kategoriler

7 Aralık 2015 Pazartesi

DOĞA

Ağaçlar, bir memleketin doğal zenginlikleridir İnsanlara ve yurda büyük yararları vardır Memleket ekonomisine katkıda bulunduğu gibi insanları toprak kayması, sel gibi doğal felâketlerden korur, iklim şartlarını düzenler

Ağaç, tabiatın süsüdür Tanrı’nın insanlara bağışıdır Bizde ağaç sevgisi, köklü, gelenekleşmiş bir sevgidir Deyimlerimizde şiir ve türkülerimizde bu sevginin göz alıcı izlerine raslamak mümkündür

Ancak, bazı kendini bilmez, cahil kişiler, toprak kazanmak, yakacak elde etmek gibi çeşitli bahanelerle yaş ağaçlara acımasızca kıyarlar Ufacık bir çıkar kaygısı yüzünden büyük bir zarara sebebiyet verilir Ünlü şairimiz Mehmet Emin Yurdakul, bir şiirinde: “Sakın kesme, yaş ağaca balta vuran el onmaz; I Na kütükler, hiç birine nice yıldır kervan gelmez, kuş konmaz, I Bunları kes, o baltanla bu çürümüş ağaçları yere ser” derken, insanlarımıza ne kadar yerinde ve içten bir öğüt vermektedir

Gerçekten, yaş ağaç kesen bir insan, bir canlıya kıydığı için cani sayılır Tanrı ve kul katında da günahkârdır Ayrıca, şairimizin de dediği gibi, hiçbir zaman esenliğe kavuşmaz

Ağaç ve ağaç sevgisiyle ilgili atasözleri:

Ağaç, ağaç içinde büyür
Ağaç, yapraklarıyla güzeldir
Ağaca dayanma kurur; insana güvenme ölür
Ağacın meyvesi olunca, başını aşağı salar
Ağacın yemişini ye; kabuğunu soyma
Ağaç ve ağaç sevgisiyle ilgili özdeyişler:
Bir ağacın ölümü, büyük bir mimarî eserin kaybı gibidir A Hamdı Tanpınar
İyi bir ağaca sarılan rüzgârsız kalmaz Cervantes

ÇEVRE

uzun zaman sonra sizlerleyim kusuruma bakmayın :)



Çevremizi Koruyalım
Çevre insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları, fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Çevre, canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri, sağlıklı, düzenli bir ortamda bulunabilmeleri için bir çerçeve gibidir. Uygun fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel çevrenin olmaması canlı hayatını tehdit eder.

Dünyanın herhangi bir parçasında yaşayan hayvan türleri, bitkiler, ormanlar, su ve kara parçaları çevreyi oluşturan doğal unsurlardır. Bu parçalar bir düzen içindedir ve birbirine bağlıdır, birinin zarar görmesi zincirleme olarak diğerlerine de zarar verir.Canlıları etkileyen tüm dış etkenleri kapsayan çevre, yine canlıların tehdidi altındadır. Çevre kirliliği başlıca günümüz dünya sorunlarındandır. Gürültü, hava, toprak, su kirliliği ve başka birçok olumsuz etken canlı düzen ve dengesini sağlayan çevrenin kirlenmesine, bozulmasına neden olur. Çevrenin korunması ve çevre sorunlarının çözümünde insan önemli rol oynar.

Hayatın devamlılığı, sağlıklı, yaşanabilir bir ortam için yakın çevreden uzak çevreye her adımda duyarlı olunmalı, alınacak küçük önlemler ile çevre korunmalıdır.

3 Ekim 2015 Cumartesi

yarılar sonuçsuz kaldı, binlerce ton çöp denize gitti

öke Ovası'nda regülatörlerde biriken binlerce ton katı ve sıvı atık, Büyük Menderes Deltası Milli Parkı'ndan, Ege Denizi ve Bafa Gölü Tabiat Parkı'na döküldü.Uyarılar sonuçsuz kaldı, binlerce ton çöp denize gittiToplam uzunluğu 584 kilometre olan Büyük Menderes Nehri'nin, Afyonkarahisar, Uşak, Denizli ve Aydın'dan topladığı, regülatör kapaklarında biriken katı ve sıvı atıklar, doğa dostlarının tüm uyarılarına rağmen alınmadı. Ekositemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD) ile Söke Sulama Birliği yöneticileri yaklaşık bir ay önce yaptıkları incelemede, sulama amacıyla kapatılan regülatör kapaklarında binlerce ton atık biriktiğini tespit etti. Eylül ayı başında kapakların açılmasıyla atıkların denize akacağını belirten EKODOSD, Aydın Valiliği, Çevre Şehircilik il Müdürlüğü ile DSİ'ye başvurarak söz konusu atıkların temizlenmesini istedi. Yapılan uyarıların dikkate alınmaması üzerine önceki gün açılan kapaklarla birlikte, binlerce ton katı ve sıvı atık, Büyük Menderes Deltası Milli Parkı'ndan, Ege Denizi ve Bafa Gölü Tabiat Parkı'na döküldü.
TOPLUMSAL YAŞAMI ETKİLİYOR
EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, Milli Park ve Bafa Gölü'ndeki yaşama can suyu veren Büyük Menderes Nehri'nin son yıllarda insan kaynaklı kirlilikle boğuştuğunu söyleyerek "Büyük Menderes Nehri, artık bereketten çok kirlilik getiriyor. Katı atık kirliliği aşırı arttı. Atıkların Söke regülatöründe biriktiğini, kamyonlarca çöpün kapaklar açılmadan buradan alınması için ilgili kurumları bilgilendirmiştik. Aydın Valiliği'nden gereğinin yapılması için, Çevre il Müdürlüğü, DSİ 21. Bölge Müdürlüğü'ne ve Söke Belediye Başkanlığı'na gönderildiği tarafımıza ulaştırıldı. Ancak aradan geçen bir ay sürecinde herhangi bir müdahalenin yapılmadığı ortaya çıktı. Sulama mevsimi bittiğinden kapaklar açıldı. Regülatör önünde biriken çöpler alınmadığından, kapaklar açıldığında suyla birlikte gitti. Ev eşyalarından, pet şişelere, zirai ilaç kutularına, çocuk bezlerine, köpüklere, konserve kutularına, plastik eşya ve naylonlara, içecek şişeleri, kutuları ve birçok hayvan leşiyle birlikte ne kadar atık varsa, kapakların açılmasıyla birlikte Menderesin ana yatağına doldu, deniz ve göle ulaştı" dedi. EKODOSD Başkanı Sürücü, Menderes'te yaşanan yoğun kirliliğin ekonomik, ekolojik ve toplumsal yaşamı olumsuz etkilediğinin altını çizdi.
'SU GÖTÜRÜR' MANTIĞI
Atıkların Milli Park'ın Kafa bölgesinden denize ulaştığını söyleyen Sürücü, "Kirliliğin en iyi gözlemcileri kafalı balıkçılardır. Her türlü atığı, Türkiye 'nin en önemli sulak alanlarından biri olan Büyük Menderes Deltası kıyılarında görmek mümkündür. Menderes'e yakın kırsaldaki yerleşimler de çöplerini 'su götürür' mantığıyla nehre atıyor. Özellikle düğün, dernek ve piknik alanları gibi insan yoğunluğunun fazla olduğu faaliyetlerden sonra biriken çöplerin adresinin de Menderes olduğu görülüyor. Regülatör kapakları bir dahaki sulama mevsimine kadar açık kalacak. Kapaklar açık olduğundan çöpler artık birikmeyecek. Birikmeyen çöplerin farkında olunmayacak ve su onları yine Bafa Gölü'ne ve Büyük Menderes Deltası'ndan denize taşımaya devam edecek" diye konuştu

16 Eylül 2015 Çarşamba

Denizlerdeki canlı nüfusu yarıya indi

MERHABA ARKADAŞLAR ŞUANDA SİZE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM 545 KİŞİ OLMUŞUZ :) UMARIM BÖYLE DEVAM EDERİZ :)

Denizlerdeki canlı nüfusu yarıya indi

Yapılan araştırmada, son 40 yılda denizlerde yaşayan canlı nüfusunun yarı yarıya azaldığı belirlendi.Denizlerdeki canlı nüfusu yarıya indi
 Bilim insanları, 1970'den bugüne su altında yaşayan memelilerin, deniz kuşlarının, balıkların ve sürüngenlerin nüfusunun yüzde 49 azaldığını ortaya koydu.
Dünya Doğayı Koruma Vakfı'nın (WWF) Londra Zooloji Topluluğu ile ortaklaşa yürüttüğü araştırmada, özellikle insanların beslenme amaçlı tükettikleri deniz canlılarının sayısındaki düşüşün hız kazandığı, ton balığı ve uskumru nüfusunda yüzde 74 azalma olduğu belirtildi.
Asya ülkelerinde lüks tüketim maddesi haline gelen deniz hıyarı sayısında son yıllarda yüzde 90'ın üzerinde düşüş olduğu kaydedilen araştırmada, su canlılarının beslenmeleri ve barınmaları için önemli olan yaşam alanlarında da daralma olduğu gözlemlendi.
WWF Başkanı Marco Lambertini, yüksek oranda yapılan balık avcılığı ve su altındaki canlıların yaşam alanlarını yok edilmesi gibi insan aktivitelerinin okyanuslara ciddi zararlar verdiğini söyledi.
Bin 200'den fazla canlı türünün incelendiği araştırmada, aşırı avcılık gibi insan kaynaklı aktivitelerin yanı sıra iklim değişikliğinin de bu nüfus düşüşünde etkisi olduğu, okyanusların havadan emdikleri karbondioksit nedeniyle sularındaki asit oranının yükseldiğini bunun da su altındaki canlı türlerine zarar verdiği kaydedildi.

9 Eylül 2015 Çarşamba

Yüzlerce balık sulama kanalında öldü

Mersin'in Silifke İlçesi'ne bağlı Atakent Mahallesi'nden geçen sulama kanalında henüz bilinmeyen nedenle binlerce yavru balık telef oldu.Yüzlerce balık sulama kanalında öldü
RADİKAL - Sabah saatlerinde kanal boyunda yürüyüş yapan tatilciler su üzerinde binlerce ölü yavru balık görünce şaşkına döndü. Sitesakinlerinden Yalçın Baydogan sabah saatlerinde karsılaştığı manzarakarşısında şok olduğunu belirterek, "Su yüzünde yüzlerce ölü balık gördük. Yıllardır burada yaşıyoruz, bu kanalın kokusundan pisliğinden duramıyoruz. Devlet Su İşlerine birçok kez başvuruda bulunduk ama bir sonuç elde edemedik. Su anda biz uzman değiliz balıkların neden öldüğüne dair bir bilgimiz yok"dedi.
Veli Karakus ise "Biz böyle bir manzara görmek istemiyoruz. Çevre ve insan sağlığı acısından çok tehlikeli bir durum olabilir. Site başkanımız bu konuyu daha önce dilekçe yazarak DSİ’ye bildirdi. Ancak bir sonuç alamadı. Tek İsteğimiz bu soruna bir çözüm bulunması" diye konuştu

kategori uyarısı

arkadaşlar kategoriler yapıcamda tek bir kategori yapmayı düşünüyorum orda doğa haberleri paylaşcam yukarda yazar zaten :) iyi okumalar

SİZ HİÇ ATEŞ KUŞAĞI GÖRDÜNÜZMÜ

Sen hiç ateşkuşağı gördün mü ?
Hepimiz gökkuşağını biliyoruz.Peki hiç “Ateş gökkuşağı” duydunuz mu ?
Ateş gökkuşakları doğanın ender harikalarından.Peki ateş gökkuşakları neden bu kadar ender ? Çünkü ilk önce güneşin aşırı yüksek, – ufkun 58 derece üstünde olması gerekiyor ve birde o anda sirüs bulutu olması gerekiyor.
Sirüs bulutu ne derseniz; sirus bulutu, ince, adeta saç gibi dağınık, çok yükseklerde (8,000 metre üzerinde) oluşan bulutlardır.Bu kadar yükseklerde nem çok az olduğu için bu kadar incedirler.
Tüm bu şartların gerçekleşmesi ile de bitmiyor; sirüs bulutlarındaki buz kristallerinin ışınları kırması için yatay halde bulunması gerekiyor, aksi halde renkler ayrılıp gökkuşağına dönüşmüyor.Bu kristaller altıgendir, ışık yan yüzeylerinden girip yatay yüzeyinden terkeder.Dediğimiz gibi bu kristallerin yere paralel olması gerekiyor.
Doğanın bin bir ilginç güzelliğinden biri olan ateş gökkuşağının bilimsel adı sirkumhorizontal arktır yani yatay yarıçap yayı.
Tanrının fırçayı eline almış ya da biraz photoshopa bulaşmış gibi gözüken bu ender ışık oyunundan sizin için güzel bir derleme yaptık:

5 Eylül 2015 Cumartesi

nefesimizi kesiyolar!

Nefesimizi Kesiyorlar!

Merhaba,doğanın bize kazandırdıkları su, oksijen ve ormanlar hani şu piknik yapmak için gidip savaş alanına döndürdüğünüz ormanlar hani şu sigara keyfiniz yüzünden her sene hektar hektar yaktığınız ormanlar... (Sürekli karşı tarafı suçlar gibi konuşuyor görünebilirim ama ben burada neyden yakınıyorsam onların hiç birini hayatım boyunca yapmadığım ve yapandan rahatsız olduğum için yakınıyorum).

Güzel Türkiye'm de her yıl 270 bin dönüm orman yok oluyor (yangınla beraber ormanda yaşayan sayısız canlıda telef oluyor). Ormanın yok olması demek bir neslin yok olması demek benim gözümde. Susuz bir günden fazla yaşanmadığı gerçeği var fakat oksijensiz de bir saniye yaşanmıyor bunu biliyoruz. Ve hala inatla cam şişeleri yerlere atan (orman yangınlarının en önemli sebeplerinden biri) içtiği sigaranın izmaritini yere atan ve bundan utanmayan bir insan topluluğunun olduğu ve o bilinçsizlikle yetişen yeni nesli görmek canımı sıkıyor. Suç ailede mi,öğretmenlerde mi yoksa inatla uygulamayan yeni nesilde mi anlamış değilim. Bilmiyorum bilmekte istemiyorum dünya artık gerçekten yaşanacak halde değil..

"Tüm bunların yanında bir de varolan güzel ormanlarımızı, "parklarımızı" yıkıp yerine avm ve kışla yapmak isteyen bir kesim var onlardan bahsetmek bile istemiyorum!"

Çevreyi eviniz gibi bildiğiniz,yerlere bir kağıt parçası bile atmadığınız günlere inşallah güzel insanlar.. Sevgiler.

Çevreci☮

el nino :O

Son 50 yılın en güçlü 'El Nino'su yaşanabilir

Son 50 yılın en güçlü 'El Nino'su yaşanabilir
Dünya Meteoroloji Örgütü, mart ayında başlayan El Nino doğa olayının, 2015 yılının son yarısında etkisini giderek artırabileceğini ve son 50 yılın en güçlülerinden biri olabileceğini bildirdi.
Pasifik Okyanusu'nda deniz yüzeyi sıcaklığının ortalamanın 2 dereceüzerine çıkabileceği belirtilen açıklamada, 2015 yılının son yarısında etkisini giderek artırması öngörülen El Nino'nun, son 50 yılın en güçlülerinden olabileceğine işaret edildi.
El Nino, yarattığı ısıtıcı etki nedeniyle kasırgalara, şiddetli yağışlara, taşkınlara, kuraklıklara, yangınlara ve tarımsal ürün kayıplarına yol açıyor, bütün bunların sonucu olarak da salgın hastalıklar artıyor ve çok sayıda kişi ölüyor.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Doğanın intikamı

selamlar ben geldim çok bekletim kusura bakmayın ::)





Doğanın İntikamı




İklim değişikliğinin hayatımızı nasıl etkilediği ve etkileyeceğinden daha önce bahsetmiştik. Bu değişikliklerden biri istenmeyen göçler. Asya Kalkınma Bankası’nın uyarılarına göre iklim değişikliği 2010-2011 yıllarında doğal afetlerden dolayı 42 milyon insanın evlerini terkettiği Asya’da toplu göçe neden olacak. Özellikle Pakistan ve Çin’de meydana gelen ve 30 milyon insanın yaşadıkları bölgeyi terketmesine neden olan seller iklim değişikliğinin hayatımızı nasıl etkileyebileceğinin iyi bir örneği. Kalkınma Bankası'nın bu konuda hazırladığı rapor, hükümetlere iklim kalkınma stratejileri ve bu sürece uyum önerileri ile iklim değişikliğinin artan göç hareketleri üzerindeki etkisini nasıl azaltacaklarına dair tavsiyeler sunuyor. Rapora göre iklim değişikliklerine karşı en savunmasız ülkeler arasında Asya-Pasifik bölgesinde yoğunlaşan Bangladeş, Hindistan, Nepal, Filipinler, Afganistan ve Myanmar geliyor.

Dünyanın en fazla göç yaşayan ülkeleri ise Çin, Hindistan ve Filipinler. Tahminlere göre bu ülkeler sırasıyla 35 milyon, 20 milyon ve 7 milyon göçmen veriyor. Tabii iklim değişikliği gibi bir sorunu kullanarak bazı hazırlıklar yapmak ve bu sayede hayat kalitesini biraz olsun geliştirmek mümkün. Örneğin, yaşam kalitesini arttırmak için kalkınma sürecini iyileştirmek, uzun vadeli çevre değişikliğine uyum sağlayacak kalkınma projeleri hazırlamak, afet riski yönetimini modernleştirmek, sosyal güvenliğe yatırım yapmak ve işgücünü ihtiyaç bölgelerine yönlendirmek mümkün.

Bu yönde yapılan çalışmalardan biri altında Türkiye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın koordinasyonunu üstlendiği ve geçen yıl Mayıs ayında başlatılan İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı çerçevesinde Sağlık Bakanlığı, ilgili kuruluşların da katılımıyla aşırı hava olaylarının insan sağlığı üzerindeki etkilerini belirlemek için harekete geçti. Bu alanda yapılan ve 2020 yılına kadar sürecek olan çalışmalar, sıcak dalgaları, kasırgalar, seller ve kuraklık gibi aşırı hava olaylarının, mevcut ve geleceğe dair iklim projeksiyonlarına dayanarak insan sağlığı üzerindeki etkilerini ve risklerini değerlendirecek. Buna göre, aşırı hava olaylarının insan sağlığı üzerindeki etkilerinin azaltılması için erken uyarı sistemleri kurularak yaygınlaştırılacak ve acil durum uyarıları yapılacak.

Valilikler, Sağlık Bakanlığı ve üniversitelerin işbirliği ile üretilecek olan çalışma bulaşıcı hastalık ve sağlık risklerinin iklim değişikliği ile aralarındaki bağın araştırılarak önlemlerin belirlenmesini sağlaycak. Bulaşıcı hastalıklar ve iklim değişikliği arasındaki mevcut ve gelecekteki ilişki araştırılarak takibe alınacak, halk sağlığı açısından riskli bölgeler ve buralarda alınacak tedbirler belirlenecek. İklim değişikliğine bağlı risk haritalarından yararlanarak bölgesel tropikal hastalıklar için tanı laboratuvarları oluşturacak çalışmaya yerel yönetimler de destek verecek. Bu sayede ulusal sağlık sistemindeki iklim değişikliği kaynaklı riskler ile mücadele kapasitesi geliştirilecek ve riskli bölgelerde acil müdahale eylem planlarının oluşturulacak.

Sadece yurt içinde değil yurt dışında da iklim değişikliğinin insan sağlığı üzerine etkileri konusunda çalışan uluslararası kuruluşlar ve ülkelerle işbirliği yapılacak. İklim değişikliğinden etkilenen ve etkilenmesi beklenen tüm halkın olası bulaşıcı hastalıklar ve aşırı hava olayları esnasında yapmaları gerekenleri anlatan kılavuzlar hazırlanacak, yaygınlaştırılacak ve periyodik eğitimler verilecek. “İklim Değişikliği Uyum Programı” adı altında tüm ülkeye duyurulacak olan çalışma kapsamında koruyucu sağlık hizmetleri, aile sağlığı sistemi çalışanlarına yönelik iklim değişikliğine bağlı sağlık riskleri konusunda kapasite geliştirme faaliyetleri gerçekleştirecek.

İklim değişikliğinin yakından etkilendiği noktalardan biri Karadeniz. Küresel ısınmanın etkisi ile Karadeniz gölleri Akdeniz'den gelen tuzlu su yüzünden deniz karakteristiği edinmeye başladı. Bunun yanında, Karadeniz'deki balık türlerinin yaklaşık yüzde atmış (60%)'ının Akdeniz orijinli balıklardan oluşması ilk defa tespit edildi. Akdeniz orijinli 5 kaya balığı türünün daha önce Karadeniz bölgesinde yaşadığı bilinmiyordu. İklim değişikliğine bağlı olarak Karadeniz'in sıcaklığının artması ve dolayısı ile Akdeniz flora ve faunasının Karadeniz'e geçişinde de artış olması bekleniyor. Bu noktada unutmamak gerek ki Karadeniz'in ekosisteminde gerçekleşen değişiklikler mevcut oturmuş sisteme dışarıdan yapılan olumsuz müdahale yüzündendir. Özellikle tuzluluk ve sıcaklıkta görülen ciddi artış yüzünden Marmara'ya kadar ulaşan Kızıldeniz orijinli türler Karadeniz'e geçerek yerleşik popülasyon oluşturabilir. Bu da yerleşik doğal Karadeniz balıkları ile rekabete ve dolayısı ile Karadeniz'e özgü bazı türlerde azalmaya neden olabilir.

Geçtiğimiz yıl aşırı soğukların Avrupa başta olmak üzere tüm dünyayı dondurduğunu gördük. Bu yetmezmiş gibi önümüzdeki 15 yılın güneş faaliyeti nedeniyle daha da soğuk geçmesi ve küresel ısınmanın yerini artık “mini buzul çağı”nın alması bekleniyor. Daha yakından bakacak olursak, İngiltere’de yapılan bir araştırma çerçevesinde 30 bin ayrı meteoroloji ölçüm istasyonundan toplanan bilgilerden, dünyadaki hava sıcaklıklarının yükselmesinin 1998 yılında durduğu bulgusuna ulaşıldı. Veriler, önümüzdeki 15 yılın normalinden çok daha yavaş meydana gelen güneş faaliyeti nedeniyle daha da soğuk geçeceğini ortaya koyuyor. Bu yavaşlama, güneş üzerindeki lekelerin ve kutuplara yakın bölgelerdeki faaliyetlerin azalmasından da gözlemlenebiliyor.

Türkiye ve Avrupa’dan daha uzak bir noktaya bakacak olursak, dünyanın en hızlı büyüyen güçlerinden biri olan Çin'in orta kesimindeki Hubey eyaletinin Şıyen şehrinde şiddetli kuraklık nedeniyle yaklaşık 80 bin kişi içme suyu sıkıntısı çekiyor. Bu yetmezmiş gibi kuraklık sebebiyle geleceği tehlike altında olan tarım alanları ve depoladıkları su miktarı gittikçe azalan bölge barajları halkın gittikçe endişelenmesine neden oluyor.

İklim uzmanları uyarıyor: Sel felekatleri, kuraklık ve sıcak hava dalgası gibi aşırı hava koşulları, yakın gelecekte daha da artacak. Dünya nüfusunun üçte ikisi su kenarında yaşadığı için, küresel ısınmanın yol açacağı okyanuslardaki su seviyesinin yükselmesi, kıyı kentlerini doğrudan tehdit ediyor. Adamızın bu değişiklikten nasibini alacağı kesin.

4 Ağustos 2015 Salı

teri içme suyuna dönüştüren makina

Ben döndüm ceyda arkadaşımın söylediği bilgi üzerine araştırdım ve çok dikkatimi çekti umarım beğenirsiniz.

Geçtiğimiz hafta Göteborg' da kullanılmaya başlayan terinizden içme suyu elde eden bu makina, İsveç' te mühendis Andreas Hammar tarafından tasarlanıp üretildi. Makinanın önemli bir parçası da HVR adlı şirket ve İsveç Kraliyet Teknoloji Enstitüsü tarafından ortak olarak üretildi.

Makinanın üretim amacı
 Unicef’in tüm dünyada "780 milyon kişinin temiz suya erişiminin olmadığı gerçeğine dikkat çekmek" için başlattığı bir kampanya için üretildi.

Şu ana kadar 1000' den fazla kişinin bir başkasının terinden elde edilen suyu içtiği belirtildi.

 
Terinizi içme suyuna çeviren makina
 

 

 

Dönüşüm Nasıl Yapılıyor?


Makinanın teri içme suyuna dönüştürürken kullandığı tekniğe ' membrane damıtma 'deniyor.

BBC’ye konuşan Hammar, Goretex’e benzeyen ve yalnızca buharın geçişine izin veren, bakterileri, tuzları ve kıyafetin lifleri ile diğer cisimleri tutan bir madde kullandıklarını ifade etti.

* Gore-tex : Su geçirmez/nefes alabilen bir membran/zar çeşididir.


Ne kadar Terden Ne kadar İçme Suyu elde ediliyor?


Hammar, ne kadar içme suyu elde edildiğini de şu sözlerle anlattı:
 
"Uluslararası Uzay İstasyonu’nda da astronotların idrarı için kullanılan benzer bir alet var ama bizimkini üretmek daha ucuzdu. Üretilen içme suyu miktarı, kişinin ne kadar terlediğine bağlı. Bir kişinin tişörtünden genelde 10ml, yani bir ağız dolusu içme suyu elde edilebiliyor."
 

25 Haziran 2015 Perşembe

süpriz

arkadaşlar birkaç günlüğüne passaportlar için bulgaristana gidicem fotoraf çekersem aticam sizleri seviyorum bu arada bayramdda ve sonra olamicam yine ordayım :) takipte kalın :)

20 Haziran 2015 Cumartesi

teknoloji :)

BUNU MERYEM VE GÜNEŞE İTAAT EDİYORUM :)

Teknoloji'ye... yüz yıl sonraya açık mektup

Teknoloji'ye... yüz yıl sonraya açık mektup
Sevgili Teknoloji, öylesine inanılmaz bir hızla ilerliyorsun ki!...O nedenle, bu mektubum yüz yıl sonra eline geçecek şekilde kalabilecek mi bilemiyorum. Çünkü yüz yıl sonra bir yaşam olacağından dahi emin değilim...Belki senin akıl almaz ve korkutacak denli hızlı gelişmelerin, insanlıkla birlikte tüm evrenin de sonunu getirecek...Atomdan veya diğer nükleer silahlardan çok daha etkili bir takım silahlarla, insanlık, yaşam ve bütün evren yok olacak ve bu mektuptan da tek bir iz dahi kalmayacak belki, kim bilir?
Ya da belki de!? Yine senin akıl almaz gelişmenle insanlık ölümsüzlüğe kavuşacak ve ben bu mektubu, yüz yıl sonra, saklı olduğu yerden çıkarıp kendim okuyabileceğim sana! Bilinmez ki!...
Sana ne desem, ne yazsam bilemiyorum...Övgüler mi düzsem yoksa yergiler mi sıralasam? Sana kızsam mı, seni sevsem mi? Yaşamımın bütün alanlarını sana sonuna kadar açsam mı, yoksa senden kaçsam mı? Kaçmak derken, yanlış anlama n’olur?! Her gün gencecik fidanların solduğu haberlerini duymadan, insanların birbirlerini nasıl öldürdüklerine tanık olmadan veya modern bir yaşam sürdüklerini zanneden üç-beş kendini bilmez sanatçı(!) kılıklı ucubenin barlarda nasıl dağıttıklarını görmek zorunda kalmadan...Bahçesinde tavukların eşindiği, ahırında inekler beslediğim ıssız, tenha bir köy evinde...Kendi yetiştirdiğim patateslerimi kış aylarında, küçücük evimi ısıtan kuzinemin fırınında pişirip, huzur içinde yerken, senden uzak, sessiz sakin bir yaşama mı koşsam?
İnan bilmiyorum, bilemiyorum!..
Aslında geçmişi düşündüğüm ve anacığımın yaşantısıyla kendi yaşam standartlarını kıyasladığım zaman, yine karar veremiyorum... Dost mu düşman mı olduğunu bir türlü çıkaramıyorum sevgili teknoloji!
Eğer sen olmasaydın, ben bugün tek bir düğme dokunuşuyla çamaşırlarımı yıkayamayacak, elektrik süpürgesiyle tozları bu kadar güçlü çekerek ortadan kaldıramayacak, yiyeceklerimi değil günlerce, aylarca taptaze muhafaza edemeyecektim. Annelerimiz gibi elimde çalı süpürgesi, tozu dumana katarak süpürmeye uğraşacak, çamaşırları saatlerce küllü sularda kaynatmak zorunda kalacaktım... Ekmeğimi pişirmek için erkenden kalkacak, kışlık yiyeceklerimi hazırlamak için haftalarca emek harcayacaktım... Evet! Özlediklerimle görüntülü konuşma yapmak bir yana, aylarca mektup yolu gözleyecek, belki de yıllarca göremeyecektim, kim bilir? Hatta şu an sana hitaben yazdığım bu mektubu, bir iki düğme dokunuşuyla yüzlerce insanla da paylaşamayacaktım, biliyorum...
Annelerimiz ve babalarımız senin nimetlerinden bu denli yararlanmadılar...Bazı işleri halledebilmek uğruna çok daha fazla zaman ve bedensel emek harcamak zorunda kaldılar...Ama!? Ama onlar bu kadar sağlıksız da olmadılar be teknoloji! İçinde kanserojen maddeler vardır korkusuyla, gıda boyalarıyla renklendirilmiş ve makyajları yapılmış bir sürü besin maddesini yeme konusunda bizim kadar tereddüt edip, ne idüğü belirsiz bir sürü zararlı ve zehirli şey yemediler! Onlar en saf şekliyle tereyağlarını kendileri yaptılar, zeytinlerini hilesiz, boyasız sularda salamura ettiler, turşularını sirke ruhu yerine, doğal sirkelerle kurdular.. .Kimyasal gübreler henüz üretiliyor olmadığından her şeyi en doğal haliyle, katkısız üretip tükettiler...Sen henüz bu kadar ilerlemiş olmadığından radyasyonla da tanışmamışlardı ve çay içerken zehirlenme korkusu yaşamaları da yersizdi...
Bizler bu kadar şanslı mıyız peki sence? Onlar tereyağının en doğalını ve lezzetlisini bulabilirlerken, bizler market raflarından, fabrika yapımı bin bir çeşit margarini seçmek durumunda kalıyoruz. Kimyasal gübrelerle beslenmesi yetmezmiş gibi, hormonlarla takviye edilmiş sebze ve meyve ‘’gibi’’ görünen garip garip bitkilerle idare etmek durumunda kalıyoruz...Domatesler domates değil, sadece ‘’Domates gibi’’...Maydanozlar, naneler artık kokmuyor, rokanın dalını kırınca içinden suyu sızmıyor... Eskiden rokalar, mis gibi deniz çipurasına eşlik ederken sofrada, bugün roka ‘’gibi’’ otlar, çipura ‘’gibi’’ görünen ama suni yemle beslenen balıkların yanında yatmak zorunda kalıyor masalarda...Meyveler de bir garip oldular... Kayısılar, şeftaliler, çilekler de artık kokmuyor. Hatta karpuzlar çekirdeklerini bile kaybettiler! Kesiyorsun ama içinden çekirdekler çıkmıyor!
Eskiden üretildiği gibi doğal üretilenlerin artık özel raflarda, özel fiyatları var... Ve onları sadece özel paralar kazanabilen, cebi zengin insanlar tüketebiliyor...Bu devirde sağlıklı ve zehirsiz yaşamak parayla satın alınabilir bir şey oldu artık! Hoş!... Sağlığımız bozulunca, sayende artık daha fazla tedavi şansımız var ama o da ancak parası olanların faydalanabileceği bir nimet!
Sebzeler, meyveler, hayvanlar bir tarafa...Bizlerin de içleriyle ve dışlarıyla oynamaya başladılar sayende. Sağlık için yapılanlara bir diyeceğim yok elbette ama...Zevk için veya estetik kaygılarla imza atılan bir sürü saçmalığın çeşitleri de hızla artıyor. Sen gelişiyorsun, seçenekler çoğalıyor.
Sen gelişiyorsun, insanlık şekil değiştirip, bir garip hale bürünüyor. ’’Hilkat garibesi’’ tanımı bile kalkacak ortadan sayende. Çünkü çirkinle güzel, iyiyle kötü, normalle anormal yer değiştiriyor. Dünyaya gözlerini siyahi olarak açan Michael Jackson, dünyanın en beyaz tenli insanı(!) olarak gözlerini kapamaya hazır hale gelebiliyor!
Bizim çocukluğumuzda oynadığımız oyuncaklar bile çok komik kalabiliyor bugünkü çocukların gözünde. Kaldı ki anne-babalarımızın yaşadıkları dönemle kıyaslayabilelim! Onlar tahtadan yontulmuş topaçlarla, bezden dikilmiş bebeklerle oynadılar. Çamurdan yuvarlayıp misketlerini, demirden bilyeler döktüler. Biz daha şanslıydık, camdan yapılmış rengarenk olanları vardı bizim çocukluğumuzda da. Bezden dikmemiz gerekmiyordu artık bebeklerimizi, tahtadan arabalar yontmamız gerekmiyordu. Biz oldukça şanslıydık anne-babalarımıza göre...Ama ya bizim çocuklarımız? Şimdi seçenekler o kadar çoğaldı ki sayende. Oyuncaklar çoğaldı, çeşitlendi, tahta arabalar pillenip, uzaktan kumanda edilebilir oldu! Bilgisayarlar ve elektronik oyunlar istila etti çocukların o temiz dünyasını.
Şimdiki çocuklar, eski oyuncaklar bir yana, sokak oyunlarını bile unuttular. Beraberce koşturacak sokak bulamadıkları gibi, bulabilenler de zaten sokağa çıkmayı tercih etmiyorlar artık. Onlar artık kapandıkları odalarında, radyasyon yayan ekranların karşısında, tanımadıkları suçluları kovalayıp, ellerindeki silaha dönüşmüş joystickleri ile sağa sola ateş ediyorlar. Oyunları kontrol eden düğmelere, daha çok silahların tetiklerini ateşlemek için basıyorlar. Anne-babalarımız ve biz, her ne kadar senden nasibini almış modern (!) oyuncaklar bulamadıysak da, o dönem boyadığımız aşık kemiklerini çevirip, sokaktan topladığımız taşları havaya atıp tutan ellerimiz, silahın tetiğine basan ellere oranla daha temizdi sanki!??
Silah dedim de sevgili teknoloji!?? Sayende hızlanan ve acımasızlaşan savaşlar geldi aklıma. Bir kerede daha çok canların söndürüldüğü...Binaların değil, köylerin, kentlerin yerle bir edildiği...Uzaktan kumandayla fırlatılan bombaların, anasının kucağındaki bebeyi -sanki süt kokusundan takip etmiş gibi- şıp diye bulduğu. Ve ne acıdır ki, bu akıllı bombaların, o bebeleri anneleriyle beraber yakıp yok ettiği savaşlar geldi aklıma.
Bizim dünyamızın en zengin abisi Amerika...Ve en çok da o takip ediyor sendeki gelişmeleri...
Zengin Amerika, senin hızına yetişebilmek, seni daha da geliştirebilmek için milyar dolarları harcarken, ağabeylik yapıp da senin nimetlerinden herkesi faydalandırıyor sanıyorsan da yanılıyorsun! Bunlardan faydalanmak parayla! Hem de çok parayla!...
Bu nimetlerden, sadece zengin insanlar istifade edebiliyorlar! Ve maalesef herkes yeterince zengin değil sevgili teknoloji! Sen geliştikçe çünkü, insanların işlerini elinden alır oldu makineler! Eskiden bir makineyi bir sürü insan idare edebilirken, artık bir makine yüzlerce insanın belki de bir günde tamamlayabilecekleri işleri, bir kaç saatte halleder oldu! Makineler çalıştırılırken insanlar işsiz kaldı...Aç kaldı! Parası olan zenginler, insanları boşlayıp, paralarını sana ve becerileri senin hızınla yarışan makinelere yatırır oldular. Ve senin sayende sevgili teknoloji, zenginle fakirin arasında korkunç uçurumlar açıldı! Zengin olanlar daha çok zenginleşirken fakirliğin etkileri çok daha şiddetli ezer oldu zaten zor durumda olan insanları!
Ve senin henüz bu kadar gelişmediğin dönemlerin zenginleriyle bu dönemin zenginlerinin yapabilecekleri şeyler de çok değişti! Bu günün zenginleri artık bir garip oldu ve hatta ne yapacaklarını bile şaşırır oldular biliyor musun?
Mesela uzay mekikleri bile yapıldı sayende! Çok zengin bir iş adamı uzay mekiği ile seyahate çıkıp, dünya manzarasına, misafir(!) edildiği mekiğin penceresinden bakabiliyor artık!...Milyonlarca aç insanı doyurabilecek parayla yapabildiği bu yolculuğun sonucunda, onun karşıdan, zevk içinde çook uzaklardan izleyebildiği bu dünyada, yine milyonlarla insan açlıkla boğuşmaya da devam ediyor...Bu zavallılar ekmek bulamadıklarından aç yaşayıp aç ölüyorlar!
Haa!??
Bir de, Amerika gibi çok zengin ülkeler, nedense en çok, ellerindeki silahları geliştirmek için sıkı takibindeler senin! En çok da nükleer olanları!... Yani en kısa sürede, en çok öldürebilecek ve takip eden on yıllarda da yok edici izlerini bırakabilecek denli tehlikeli olanları geliştirmeye çalışıyorlar senle birlikte! Sen gelişiyorsun, onlar da silahlarını geliştiriyorlar! Ve fakir ülkeler -mutfak masrafından kuaför parası arttıran ev hanımları misali- kendi insanlarının mutfaklarından ve boğazlarından kıstıkları paralarıyla, bu silahları alıp, zaten zengin olan Amerika’yı daha da zengin ediyorlar!
İşte bu yüzden, sırf bu anlaşılmazlıklardan ötürü ben seni seviyor muyum, yoksa nefret mi ediyorum, bilmiyorum teknoloji! Dost musun düşman mısın anlayamıyorum!
Çünkü sen geliştikçe, ölüyor insan olmaya dair pek çok detay! Ve ilerde insanlık tamamen ölecek ve yok olacak bu gidişle, kim bilir?!! Ne acıdır ki, sen geliştikçe, bugün bile insanlık can çekişiyor! Mekanikleşiyoruz sayende üretilen robotlar gibi! Duyarlılıklarımız, maneviyatımız, birbirimize bağlılıklarımız azalıyor! Sevgi zayıflıyor, düşmanlık semiriyor! Fakirler açlıktan ölürken, duyarsız zenginler de bir o kadar gürbüzleşiyor! Sen geliştikçe, standart yükseliyor ama bu standardı satın almanın faturası çok pahalıya mal oluyor insanoğluna! Para, para, para!
Napolyon’un kulakları çınlasın! İşte bu para yüzünden artık, komşu komşuyu, kardeş kardeşi, insan insanı önemsemiyor!
İşte bu yüzden ben, evimde daha az yorulsam da, sevdiklerimin seslerini daha sık duyabilip, kameramdan onlara canımın istediği anda gülümseyebilsem de, süpürürken ortalığı tozutmasam da…Aklımı tozutacağım galiba bu gidişle sevgili teknoloji!
Tamam, sayende daha konforlu yaşıyor ve sağlığımız bozulduğunda daha fazla tedavi imkanı bulabiliyoruz belki ama!??
Sen bu denli gelişmemiş olsaydın, bu kadar saçma sapan hastalıklarla da boğuşmak zorunda kalmayacaktık belki de kim bilir? İnsanlar bu kadar para ve rahat derdine düşmeyecek, şehirler bu kadar büyümeyecek, ruhlarımız bu kocaman metropollerin büyümesine inat küçülmeyecekti. Bu kadar çok araç olmayacak, trafik artmayacak, zehirli gazlarla betimiz benzimiz sararırken, öte yandan sapasağlam bünyeler kollarını, bacaklarını, yaşamlarını budamayacaklardı korkunç trafik kazalarında...Ve en önemlisi...Kimyasallar savaşmak için geliştirilemeyecek, bembeyaz bulutlar asit ve radyasyon olup yağmayacaktı topraklarımıza! Elsiz, kolsuz, ciğersiz bebeler doğmayacağı gibi...Belki de sevgili teknoloji?
Ve belki de !?? Ben bu yazımı yazarken, rahmetli Kazım Koyuncu’nun sesini kayıtlarından dinlemek yerine, konserine bir bilet alabilecektim yarınlarda!
Kim bilir?...
Dip Not:: Üniversite son sınıftayken yoruma dayalı derslerimizden birinin final sorusu şu idi: Yüz yıl sonrasına bir mektup yazın..
Ben de o final sınavında teknolojiye bir mektup yazmış ve hemen hemen aynı giriş cümleleri ile başlamıştım (ve tabii 100 tam puan almıştım)! Ama bugünkü duygularımla ve hayat sınavının içindeki yaşanmışlıklarımla, teknolojiye tekrar bir mektup karalamak geldi içimden..
Öylesine… Not beklentisi olmadan...