Bir süredir medyada 2012 yılında gerçekleşmesi ihtimali olan bir felaket haberi halka duyurulmaktadır. 21 Aralık 2012 ve devamında 2013 yıllarında meydana geleceği tahmin edilen Güneş Fırtınası Dünyayı dijital medeniyetten uzaklaştıracak mıdır?.. Bunun dışında etkisi ne olacaktır?
Bundan 150 yıl önce, çok güçlü bir güneş fırtınası Avrupa ve Amerika genelindeki tüm telgraf kablolarını kül etti ve tüm gökyüzü elektrik yüklendi. Güneşin son zamanlarda yeniden hareketlenmesi, bilim insanlarına dünyadaki modern çağın sonunu getirebilecek bir felaketin yaşanabileceği endişesi yaşatıyor.
Geçtiğimiz hafta Güneş’te yaşanan patlamalar, Dünya’ya doğru hareket eden elektrik yüklü gaz dalgalarının oluşmasına neden oldu. “Güneş tsunamisi” olarak adlandırılan olayın gerçekleştiği günün ertesinde, BBC “Aurolar” olarak bilinen Kuzey/Güney Işıkları’nın güneye doğru kaymakta olduğunu belirtti. Buradaki önemli nokta ise, Aurolar’ın da yüklü gaz parçacıklarından oluşması. Bu yazı https://saklisite.wordpress.com adresinden alınmıştır..
Son gelişmeler ışığında, Güneş tsunamisi ve Kuzey Işıklarının yer değiştirmesi gibi olaylar Dünya’nın manyetik alanını doğrudan etkileyebilir. Dünya’ya doğru ilerleyen yüklü gaz parçacıkları manyetik alanları bozabileceği gibi, Kuzey Işıklarının manyetik alanı Dünya’nın manyetik alanıyla etkileşerek olumsuz gelişmelere neden olabilir.
Bundan 151 yıl önce yaşanan Büyük Güneş Fırtınası o kadar güçlüydü ki, 24 saat içinde Kuzey Amerika genelinde birçok noktada gökyüzü kırmızı, yeşil ve mor renklerle parlamaya başladı. Madenciler gecenin bir yarısı işe gitmek için uyandı, gazeteler Küba’ya kadar uzanan bir bölgede Kuzey Amerika’da gündüz yaşandığını yazdı.
MANYETİK ALANLARIN ÇARPIŞMASI
MANYETİK ALANLARIN ÇARPIŞMASI
Gökyüzündeki bu parlaklığa, Güneş fırtınası parçacıklarının çok büyük bir ölçekte Dünya atmosferinin üst katmanlarıyla çarpışması neden oldu. Bu çarpışma o kadar etkiliydi ki, dünyanın dört bir yanındaki telgraf hatları kullanılmaz hale geldi, hatta kıvılcımlar saçarak yanmaya başladı. Bu yazı https://saklisite.wordpress.com adresinden alınmıştır..
Telgrafçılar, hatalara elektrik gönderen bataryaların kablolarla olan bağlantısı kesmesi de bu durumu engelleyemedi. Aurora’nın neden olduğu elektrik akımı o kadar güçlüydü ki, atmosferden yüklenen hatlar mesaj iletmeye devam etti. Tüm pusulalar saatlerce kuzeyi gösterecek şekilde kilitlendi.
Şüphesiz, 19’uncu yüzyılın ortasındaki insanlık, Güneş fırtınasının etkilerini bugünkü kadar iyi değerlendiremezdi. O yıl Mors alfabesi kullanan telgraf sistemi henüz 15 yıldan beri geçerliydi. Uydudan televizyon yayını, bankamatik, internet, cep telefonları, iPad, büyük elektrik şebekeleri GPS uydu yön bulma sistemi gibi teknolojiler hayal bile edilemezdi.
Ancak 1859 yılında insanlığın telgraf dışında yaygın telekomünikasyon sistemi kullanmaması, Güneş fırtınası felaketinden çok az zararla çıkmasını sağladı. Bugün ise, aynı şeyin yaşanması haline Dünya çok büyük bir bedel ödeyebilir.
YA BAŞIMIZA GELİRSE
Yaşandığı gün dünyadaki tüm telgraf hatlarını yakan bir Güneş fırtınasının benzerinin 2012 veya 2013’te yaşanması, bankacılık, iletişim, sağlık, bilgisayar, ulaşım ve milyarlarca insana elektrik ulaştıran enerji şebekelerinin çökmesine ve dünyanın kaosa sürüklenmesine neden olabilir.
Eskisinden daha şiddetli bir “Güneş parlaması”, günlerce, haftalarca, hatta aylarca sürebilecek bir taş devri dönemi başlatabilir. Bilim insanları, yaşanabilecek bir Güneş fırtınasının bir Güneş lekesinden doğacak patlamanın büyüklüğüne bağlı olduğunu belirtti. Bu yazı https://saklisite.wordpress.com adresinden alınmıştır..
Dünyayı sarsabilecek büyüklükte dev bir Güneş fırtınasının her 250 yılda bir gerçekleşme ihtimali bulunuyor. Ancak bilim insanları, bu tür bir fırtınayı taşıdığı elektrik yükünün Dünya’nın atmosferine çarpmasına birkaç saat kalana kadar fark edemeyeceklerini ifade etti.
Uzmanlar, buna rağmen birkaç yüz uyduyu yanmadan önce güçten kesebilecek vakit bulabileceklerini belirtti. Ancak, elektrik şebekeleri ve bilgisayar ağlarını çok büyük bir risk taşıdığını belirten bilim insanları, elektriğin günlerce kesilebileceğini, bilgisayar sürücüleri ve sunucuların hasar görmemesi için yeraltında yedeklenmesi gerektiğini vurguladı. Aksi takdirde, çarpışan manyetik alanlarının oluşturduğu etkiden hiçbir şey kurtulamayacak. Bu yazıhttps://saklisite.wordpress.com adresinden alınmıştır..
Kaynak : Milliyet Gazetesi
2012’de Beklenen Kıyametin Habercisi Mi?
Posted: 07 Tem 2010 in 2012, Kıyamet İşaretleri, Uzayın GizemleriBilimadamları, dev yıldız “Betelgeuse”un hızlı şekil değiştirmesinin bir süpernova patlamasının işareti olabileceğini belirtiliyor. Kimi uzmanlara göre eğer patlama olursa evrene güneşinkine yakın ışık yayılabilir.
Rusya Uzay Ajansı “Roskosmos”un internet sitesinde yer alan habere göre, Hawaii’deki Mauna Kea yanardağının zirvesinde bulunan Keck Teleskobu vasıtasıyla ulaşılan verileri değerlendiren bilimadamları, Betelgeuse’nin son 16 yılda kutuplarından basılarak daha önce sahip olduğu yuvarlak şeklini hızla kaybettiğinin gözlendiğini aktardı.
Bilimadamları, dev yıldızda meydana gelen bu değişikliklerin; aylar, hatta haftalar içerisinde Betelgeuse’nin süpernova’ya dönüşeceğinin işareti olabileceğini öne sürüyor.Bazı bilimadamları, meydana gelecek patlamada yayılacak ışığın şiddetinin Ay’ın yansıttığı ışığa eşdeğer olacağını söylerken; kimi bilimadamları ise patlamanın çok daha parlak olacağını iddia ederek, Dünya’nın kısa süreliğine de olsa adeta iki “güneşi” olacağını savunuyor.
Patlamanın Dünya için tehlikeli olmadığını vurgulayan bilimadamları, patlama sonrasında oluşan zararlı parçacık dalgalarının yüzyıllarca sonra Yerküreye ulaşacağını belirtiyor.
‘BEYAZ GECELER’
Süpernova patlamasının 5-6 hafta süreceğini belirten bilimadamları, patlama zamanı yayılan ışık nedeniyle gezegenimizin bazı bölgelerinde, insanların “beyaz geceler”le tanışacağını (kutuplar ve yakınlarındaki aydınlık geceler), bazı bölgelerde ise gündüz aydınlığının 2-3 saat uzayacağını söylüyor.
NEBULA OLACAK
Patlamanın ardından Betelgeuse tamamen sönerek, insanlara bulutsu (Nebula) şeklinde görünecek.
YENGEÇ İKİ YIL PARLAMIŞTI
1054 yılında Çin ve Arap astronomlar tarafından kayıtlara alınan bir süpernova neticesinde oluşan Yengeç Bulutsusu (Crab Nebula), bize uzaklığının 6000 ışık yılı olmasına rağmen haftalarca Venüs’ten daha parlak görünmüş ve yaklaşık iki yıl boyunca da çıplak gözle izlenecek parlaklığa sahip olmuştu.
GÜNEŞİN BİN KATI
Yerküreye 500 ışık yılı uzaklıktaki Orion Takımyıldızı’nda yer alan dev Betelgeuse yıldızı, 4,5 milyar yaşındaki Güneş’e karşılık sadece birkaç milyon yaşında.
Güneş’in 1000 katı büyüklüğünde ve 100 bin katı parlaklığında olan Betelgeuse, Güneş Sistemi’nin merkezinde olsaydı büyüklüğüyle Merkür, Venüs ve Dünya’yı içine alarak Jüpiter’e dek uzanırdı.
Dev yıldızın yüzeyinde saptanan ortalama yüzey sıcaklığı, Güneş’in yüzey sıcaklığından 3 bin derece daha sıcak, 9 bin derece.
Kaynak : Milliyet Gazetesi İnternet Sitesi
Bilim Adamlarını Hayrete Düşüren Keşif
Posted: 05 Şub 2010 in Uzayın GizemleriHubble teleskobunun, dünyanın 144 milyon kilometre uzağında görüntülediği bu objenin ne olduğunu bilimadamları açıklayamıyor!
Dünyadan 144 milyon kilometre uzakta tespit edilen P/2010 A2 ismi verilen garip objenin ne olduğu bilimadamları arasında tartışma çıkardı.
Mars ve Jupiter arasında göktaşı kuşağında yol alan kuyruklu yıldıza benzeyen objenin iki göktaşının çarpışmasıyla oluştuğu düşünülürken, Kaliforniya Üniversitesi’nden David Jewitt, “Bu iki göktaşının çarpışmasına dair yakaladığımız ilk görüntüler olabilir” diyor. Kuyruklu yıldıza benzese de, çekirdeğinin kuyruk kısmından ayrılmış görüntüsü sebebiyle Jewitt bunun daha önce gördüğü hiçbirşeye benzemediğini sözlerine ekliyor.
Bilimadamları, bu konu üzerindeki çalışmaların dünyaya çarpma ihtimali olan olası bir göktaşının nasıl yokedileceği konusunda yardımcı olabileceğini söylüyor.
Kimi teorisyenlere göreyse bu obje sadece bir gaz bulutu.
Uzaydaki Esrarengiz El
Posted: 30 Ara 2009 in Bilimin Sırları, Bilimsel ve Teknolojik Buluşlar, Uzayın GizemleriTevratta kavimlerin uğradıkları gazaplar için ‘Tanrı’nın Eli Onların Üzerinde Ağır Oldu’ sözü kullanılmaktadır. Nasa Uzayda Tanrı’nın Elin Buldu. Hem de helak olmuş bir yıldızın oluşumunda..
Pulsarlar (Atarcalar) güneşimizden de büyük yıldızların patlamalarından sonra onlardan arta kalan parçaların ortaya çıkardığı göksel oluşumlardır. Bu cisimler kalp gibi attıkları için pulsar (pulsate – kalp atışı) adını almışlardır. Bunlar aynı zamanda kendi eksenlerinde hızla dönmektedirler. Bu dönmeler neticesinde güçlü manyetik alanlar oluşur. Kendi içine çöken yıldızlar öylesi büyük bir yoğunluğa ulaşırlarken ışığı bile bükerler.
Pulsarlar içinde en kendine has özelliği olan PSR B1509-58 isimli atarcadır. Chandra Röntgen Gözlemevi tarafında X ışınları vasıtasıyla alınan yukarıdaki Pulsar görüntüsünde düşük enerjili bölgeler kırmızı, bundan biraz daha yüksek enerjiye sahip bölgeler yeşil ve en yüksek enerjiye sahip bölgeler ise mavi renkte görünmektedir.
Bu Pulsarın ‘Uzaydaki Bir Eli’ hatırlatması sebebiyle NASA tarafında takılan lakabı ‘TANRI’NIN ELİ’ dir.
Fotoğrafta 150 ışık yılı boyunda ve galaksimize 17 bin ışık yılı(17.000×10.trilyon km.) uzaklıktaki göksel oluşum henüz genç bir atarca olarak biliniyor.
İşin en ilginci ise bu görüntü 17.000 yıl öncesine ait. Yani görüntü bize 17 bin yıl geriden geliyor.
Apophis Göktaşı 2029’da değil, 2036’da değil 2068’de çarpacakmış!
Posted: 28 Kas 2009 in 2012, Bilimsel ve Teknolojik Buluşlar, Kıyamet İşaretleri, Uzayın Gizemleriİki buçuk futbol sahası büyüklüğündeki Apophis göktaşının Dünya’ya 2036’da çarpma ihtimali 45 binde birden 250 binde bire indi.
Dünya için bir iyi bir de kötü haber. Amerikalı astrofizikçiler, Apophis göktaşının 2036’da Dünya’ya çarpma olasılığının azaldığını belirtirken, aynı göktaşının 2068’de çarpması olasılığının ise arttığını bildirdi.
Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesinin (NASA) yeni hesaplamalarına ve yayımladığı sonuçlara göre, 2004’te keşfinden bu yana kamouoyunda büyük ilgi toplayan 2,5 futbol sahası büyüklüğündeki Apophis göktaşının 2036’da Dünya’ya çarpması olasılığı iyice azaldı.
NASA’nın California Pasadena’daki Jet Motorları Laboratuvarından Steve Chesley ve Palu Chodas’ın yeni teknikler ve veriler temelinde yaptıkları hesaplamalara göre, 2036’da göktaşının Dünya ile çarpışması olasılığı 45 binde birden, 250 binde bire indi.
Çalışmalarını bugün Porto Riko’da yapılacak Amerikan Astronomi Birliği toplantısında sunacak olan astrofizikçiler, Apophis’in Dünya’ya 2029’da çarpması olasılığını yüzde 2,7 olarak hesaplamış, ancak daha sonraki hesaplamalar o yılda bir çarpışmanın olanak dışı olduğunu göstermişti. Buna karşın, göktaşı 13 Nisan 2029’da Dünya’dan sadece 22 bin 208 km uzaktan geçecek.
Bunun daha önce modern zamanlarda gözlemlenmediği ve bu uzaklığın iletişim ve meteoroloji uydularından biraz daha yakın olduğu belirtiliyor. Apophis’in 2068’de Dünya’ya çarpması olasılığı konusunda henüz bir veri açıklanmadı.
Apophis’in yörüngesiyle ilgili son hesaplamaların büyük bölümü, Hawaii Üniversitesi Astoronomi Enstitüsünden gökbilimci Dave Tholen ve ekibi tarafından yapılan gözlemler ışığında hayata geçirildi.
Bazılarına göre dünyamız herkese yetecek kadar büyüktür. Bazılarına göre dünya iki kişiye bile dardır. Aşağıdaki resimlerle yapılan karşılaştırmalara bakınca belki insanın acizliğini bir kez daha hisseteceğiz. Bu resimlere bakınca insan ister istemez “böylesi küçük bir toprak-misket parçası için bu kadar kavga ve dövüşe gerek var mı?” diye sormaktan kendini alamıyor.
Pekiyi o kocaman ateş topu olan Güneş uzayda çok büyük bir cisim midir? Yoksa o da emsalleri ile karşılaştırıldığında kaba tabir ile ‘bit kadar’ mıdır? Aşağıdaki resme göre yorum sizin.
Astronomların Şaşırtan Keşfi…
Posted: 24 Nis 2009 in Uzayın GizemleriGök bilimciler, evrenin ilk zamanlarından kalma ve belki de bir galaksinin atası olabilecek gizemli dev bir gök cismi keşfettiler.
Bir uluslararası astronom ekibi tarafından yapılan ve Astrophysical Journal’ın 10 Mayıs tarihli sayısında yayınlanacak araştırmaya göre, Japon efsanesindeki bir kraliçenin adı olan “Himiko” ismi verilen bu olası devasa gaz topunun, evren 800 milyon yaşındayken var olduğu hesaplandı. Evrenin 13,7 milyar yaşında olduğu tahmin ediliyor.
Astronomlar, birçok teleskopla yapılan bu gözlemde, muhtemel dev gaz bulutu Himiko’nun 55 milyon ışık yılı büyüklüğünde olduğunu belirterek, bu büyüklüğün evrenin ilk zamanları için rekor bir ölçü olduğunu ve Samanyolu’nu oluşturan diskin ışıması kadar genişliğe sahip bulunduğunu kaydettiler.
Bu gök cisminin kendilerini çok büyük şaşkınlık içinde bıraktığını ifade eden bilim adamları, dünyanın en güçlü teleskoplarınca elde edilen mükemmel verilere rağmen, bu gök cisminin ne olduğundan emin olmadıklarının altını çizdiler.
Şimdiye dek keşfedilen en uzak gök cisimlerinden birisi olan Himiko’nun görüntüsünün, bilim adamlarının fiziki özelliklerini anlamalarına izin vermeyecek derecede bulanık olduğu dikkat çekiyor.
Bu gök cisminin, dev bir karadeliğin enerjisinden doğmuş koca bir gaz topu olabileceğini tahmin eden bilim adamları, bu gizemli gök cisminin arka arkaya oluşmuş iki büyük galaksinin çarpışmasıyla meydana gelmiş olabileceğine de dikkat çekiyorlar.
Bu gözlemi yapan uluslararası astronom ekibine başkanlık eden özel bilimsel araştırma kuruluşu Carnegie Enstitüsü’nden Masami Ouchi, “Evrende daha uzağa baktıkça zamanda daha geriye gidilir. Çok şaşırdım çünkü bu kadar büyük bir cismin aynı zamanda evrenin doğuşundan hemen sonra olabileceğini hiç hayal etmemiştim” diye konuştu.
2012’de kıyamet gerçekten kopacak mı?
Posted: 24 Nis 2009 in 2012, Kıyamet İşaretleri, Uzayın GizemleriRuslardan sonra dünyaca ünlü bilim dergisi New Scientist 2012 yılının eylül ayında güneş fırtınasının kopacağını iddia etti.
Dünyaca ünlü bilim dergisi New Scientist 2012 yılının eylül ayında güneş fırtınasının kopacağını iddia etti.
Bilim insanları bundan 153 yıl önce hayatı felç eden güneş fırtınasının bir benzerinin Kuzey Amerika ve Avrupa’yı etkileyeceğini iddia etti.
1859 yılının 1 Eylül’ünde güneşten gelen anormal manyetik enerji nedeniyle telgraf sistemleri tamamen çökmüştü. Ancak uzmanlar 2012’de olacağını varsaydıkları güneş patlamasının daha vahim sonuçları olacağını belirtiyor.
Benzer bir manyetik enerjinin dünyayı vurması halinde televizyon, radyo yayınlarının tamamen kesileceği, elektrik sisteminin devre dışı kalacağı, cep telefonu şebekelerinin çökeceğini ve suların kesileceğini iddia ediyor.
Güneş fırtınasının Kuzey Amerika ve Avrupa’yı vurması halinde ise hasar gören alt yapının yeniden yapımının en az 20 yılı alacağı belirtiliyor. Bilim insanları bu süreçte 100 bin kişinin de hayatını kaybedeceğini varsayıyor.
Bilim adamları 153 yıl önce hayatı felç eden güneş fırtınasının bir benzerinin Kuzey Amerika ve Avrupa’yı 2012 Eylül’ünde vuracağını tespit etti.
1859 yılının 1 Eylül’ünde güneşten gelen anormal manyetik enerji nedeniyle telgraf sistemleri tamamen çökmüştü. Ancak bu kez etki çok daha vahim olacak.
Uzmanlara göre benzer bir enerjinin dünyayı vurması durumunda TV, radyo yayınları tamamen kesilecek, elektrik sistemi tamamen devre dışı kalacak, cep telefon şebekeleri çökecek, sular kesilecek, GPS sistemi çalışmayacak…
Tüm bunların onarılması 20 yıl kadar sürecek bir yeniden inşa sürecini doğuracak. Bu süreçte 100 bin Avrupalı ve Amerikalı hayatını kaybedecek.
Uzmanlara göre güneşten gelecek anormal enerji 1859 yılında gecenin saat 02:00’sinde gündüz gibi dünyanın aydınlanmasına sebep olmuştu.
Hatta o dönemde yaşayan kişiler bu durumu, “O kadar aydınlıktı ki gece sokağa çıkıp gazete okumak bile mümkündü” diye tanımlıyor. Şimdi aynı şokun yaşanması durumunda elektrik şebekelerine milyonlarca watt’lık yüklenme olacak. Bu da birçok ülkede şebekenin tamamen erimesi anlamına geliyor. Yani bazı ülkelerde elektrik hatlarını tamamen yenilemek gerekecek. Elektrik olmayınca kanalizasyon ve su sistemleri de çökecek. Birkaç gün içinde musluklardan su akmamaya başlayacak. Üretim duracak. Süpermarket rafları tamamen boşalacak. Tam bir kaos yaşanmaya başlanacak.
Telefon, GPS sistemleri çalışmayacak. Uzmanlara göre bu fenomenin 2012 yılının eylül ayında yaşanmaması durumunda aynı risk 2023 için de mevcut.
Mars’ın Camdan Yapılma Tüp Geçitleri
Posted: 09 Nis 2009 in Mars'ın Gizemleri, UFOlar ve Dünya Dışı Yaşam, Uzayın Gizemleri
Richard Hoagland tarafından keşfedilen bu camdan yapıldığı anlaşılan tüp tüneller Mars Gezegeninin şu anda en önemli sırrı olarak kabul edilmektedir. Kayaların arasında gezegenin iç kesimlerine doğru inen bu tünellerin ne amaçla kullanıldığı bilinmemektedir. Bilinen tek şey bunların kesilikle bir yer yüzü biçimlendirmesi yani doğal bir yapı olmadıklarıdır. Nitekim bir çok fotoğrafta görülen ve yüzeyin hemen yakınından geçip aşağılara inen bu tüp geçilerin tüm gezegeni kuşattığnı söylemek yanlış olamayacaktır. Peki bu tünellerin yapım amacı nedir?
NASA tarafından bu tüplerin aslında lav püskürmeleri sırasında oluşmuş yapı bozulmaları olduğu iddia edilmekteyse de, tünellerin biçimleri, düzgün hatlar üzerinde gitmeleri ve bulundukları yerlerin özellikleri göz önüne alındığında gariplikleri hemen anlaşılmaktadır. Nitekim yazının baş kısmında ressam John Bejko’nun bir çalışması görülmektedir. Çalışmanın çiziminde NASA’nın Mars Çekimleri esas alımıştır.
Daniken’in Astronot Tanrıları
Posted: 07 Mar 2009 in Antik Gizemler, Bilimkurgu Edebiyat, Daniken, Dini Gizemler, Mısır'ın Gizemleri, Uçan Daire, UFOlar ve Dünya Dışı Yaşam, Uzayın Gizemleri30 yıl kadar önce dünya-dışı ziyaretçiler tartışması Batı’da Daniken ile gündeme gelmiştir. Aradan geçen süreye rağmen teorinin hala sıcaklığını korumakta olduğunu görüyoruz.
1970li yıllarda Erich Von Daniken’in ” Chariots of the Gods? – Tanrıların Arabaları” adıyla ülkemizde de olay yaratan kitabı oldukça popülerdi. Bir çok kimse tarafından kabul gören yazarın teorisine göre İnsanlık en eski çağlarından beri kozmik ziyaretlerle karşılaştı. Uzaylıların bu ziyaretleri insanlığın efsane ve geleneklerinde korunmuştur. Daniken’e göre bu ilk ziyaretler tarihöncesi çağlarda başlamış ve insanlığın gelişiminde önemli bir etken olmuştur. Bu görüşe göre şimdilerde kaybolmuş bir ırkını öyküleri sayısız antik öyküde anlatılmaktadır. Lemurya, Atlantis ve Nazca tüm bu antik temasların sonucuna dair anlatılar içerir. Daniken’in bu önermelerinden sonra benzeri sayısız kitap ve makale yazılmaya başlanmıştır. Böylece Antik Çağ astronotlarına dair ayrı bir edebiyat ve kurgu dalı ortaya çıkmıştır.
Daniken 14 Nisan 1935 yılında İsviçre’nin Zofingen kasabasında doğdu. Öğrencilik yıllarında antik kutsal yazmalardaki öykülerle büyülendi. Ancak meşhur kitabını İsveç’teki çalıştığı bir otelde yazabildi. Otel müşterilerine yazdığı kitaptan bahsettiğinden hepsinin ilgisini uyandırması doğru yolda olduğu kanısını uyandırdı. Kitabına ” Gelecekten Anılar ” ismini koyduysa da yayıncısı bu ismi beğenmedi ve Tanrıların Arabaları olarak düzeltti. Kitap prehistorik çağlarda dünyaya gelen uzaylı zekaların insanlık medeniyetini kurduğunu iddia etmekteydi. Kaynak olarak eskinin anlatılarını, tarihi yapımları ve efsaneleri kullanmaktaydı. Folklorik bu alt yapı kitabın ilginç iddiasına ayrı bir egzotizm katıyordu. Ancak Daniken teorilerine dayanak yaptığı kanıtlarını gelişigüzel çok incelemeden seçip kontrolsüz bir biçimde sunuyordu. Üniversite çevresinden gelmemiş olması ona bu hakkı veriyordu.
Kendisine sorulduğunda ‘ben bir şeyler iddia etmiyorum, sadece sorular soruyorum’ diyordu.
Kitabında Ahit Sandığını dev bir elektrik kondansatörü olduğunu kanıtlamaya çalışıyor, Nazca düzlüğündeki ancak yukarıdan görülebilen devasa çizimleri kozmik ziyaretlerin gerçekleştiği hava limanları olarak anlatıyordu. Daniken’in mağara Özbekistan’da mağara duvarına çizildiğini iddia ettiği Uzaylı-Tanrı resimlerinin daha sonra yakın tarihte bir Fransız derginin benzer konuda yazdığı makalenin illistrasyonu olduğu açığa çıkıyordu. Bir yandan Velikovsky’nin teorisini savunuyor diğer yandan Venüs gezegeninin eski insanlar tarafından tanındığını iddia ediyordu. Konuya ilgi artıkça ve enformasyon çoğaldıkça kendisi de sonraki kitaplarında geri adımlar atıyor, bazen yanıldığını ikrar ediyordu.
Aslında ona ait olduğu iddia edilen teori ilk olarak 1950-60 lı yıllarda Ruslar tarafından tartışılmış, kendinden önce bir çok batılı okültist yazar tarafından ileri sürülmüştü. Raymond W. Drake’ın beş kitaplık Gods and Specemen? serisi bu kitaplar içinde en çok okuyucu bulandı. Pauwels ve Bergier’in ” Büyücülerin Sabahı ” ( Bu kitap Türkiye’de Evrenin Sahipleri ve Almanya’da 3000 yılına Doğru ismi ile yayınlanmıştır) isimli yapıtından hiç bahsetmeyen Daniken tüm dayanaklarını bu kitaptaki teorilerden alıyordu.
Daha sonraları, aynı konuda benzer veya tamamlayıcı başka çalışmalar da yapıldı. Bunlardan bir Alan Alford isimli yazarın çalışmalarıydı ki, önce uzaylıların dünyaya medeniyet getirdiğini iddia eden yazar, daha sonra aynı materyalleri kullanarak eski çağlarda göksel bir felaket yaşandığını medeniyetlerin bundan etkilendiği söylemeye başlamıştır. Daha sonra teorisindeki delikleri fark ederek, gene aynı kaynakları baz alıp bu kez aslında böyle bir göksel afetin hiç bir zaman olmadığını insanın kendi benliğinde var olan korkuları ile bunun yarattığını ve medeniyetini buna göre biçimlendirdiğini ileri sürmeye başladı. Yazar durmadan çark ediyordu.
1994 yılında ” The Orion Mystery ” (Türkçe Tanrıların Evi Orion’da adı ile yayınlanmıştır) adlı ortak çalışmalarında Robert Bauval ve Adrian Gilbert Eski Mısır medeniyeti ve halkının Orion (Avcı) Takımyıldızından gelen ziyaretçilerden ortaya çıktıklarını savunmuşlardır. Gilbert ve Bauval takdir edilecek bir buluş yapmışlardır. Üç büyük piramit Orion Takımyıldızının kemer kısmını oluşturan üç yıldız ile aynı konumda ve oranlı uzaklıkta olduklarını fark etmişlerdir ki, bu fikir Mısır bilimcileri tarafından da kabul görmüştür. Orion teorisi ziyaretçilerin Orion Takım yıldızından geldiğini ve Avcı takım yıldızının bu yüzden tüm insanlığın ortak ilgisini çektiğini iddia etmekteydiler.
Antik çağ Mısır halkı Osiris isimli Tanrıyı kutsal sayarlardı. Osiris “Şa” isimli kozmik isimle anılırdı. Mısır dilinde bu Orion Takımyıldızını temsil etmekteydi. Gilbert ve Bauval piramitlerin yüzeyinde garip bir şaft buldular. Bu alanın ölen firavunların ruhlarının yeniden geldikleri Orion takımyıldızı yönüne gönderilmesi için düşünüldüğünü söylediler. Bu görüş dünyanın yörüngesinin değiştiği gerçeği ile çok örtüşmemekte ve farazi bir teori olarak görülmektedir.
Böylece daha yeni yeni Danikenler ortaya çıkmaya devam etti. Tanrıların Arabaları kitabından sonra Daniken yaklaşık 30 kitap daha yazdı ve 60 milyon kopya sattı. O yolculuk yapmaktan, yeni fikirler üretmekten, televizyon programlarında kendi teorilerini görmekten keyif alıyor olmalı.
2003 yılında onun teorilerine kaynaklık eden obje ve verilerin gösterildiği kendi projesi olan “Mysteries of the World Theme Park – Esrarengizlikler Parkı” hizmete açılmıştır. Bu yaşlı adam kendi teorilerini kanıtlamakta zorlansa bile arkeolojiye katkısı kadar yarattığı sektör ile de takdiri hak etmektedir.
(SAKLI SİTE)
Mars Üzerinde Görülen Garipliklere Bir Yenisi Eklendi.
Posted: 07 Mar 2009 in Mars'ın Gizemleri, Uzayın GizemleriGün geçmiyor ki, Mars üzerinde NASA insansız keşif araçları ile çekilen fotograflarda yeni bir anormallik dikkat çekmesin.
Bu kez NASA’nın resmi sitesinde SOL 288 adı ile yayınlanan görüntüde Mars toprağı üzerine gömülmüş insan eli ürün olduğu düşünülecek kadar düzenli ve işlenmiş bir çark veya tekerlek benzeri cisim hemen fark edilmekte.
Yorum size ait.
Gökyüzündeki Kentler
Posted: 18 Şub 2009 in Bilinmeyen Dünya, Gizemler, Tabiatın Gizemleri, Uzayın GizemleriZaman zaman ufukta bilinmeyen kentlerin görüntülerinin belirdiği bir çok eski kayıtta anlatılmaktadır. Halen çözülemeyen bu sır insanın hayal ürünü müdür yoksa zaman içinde bir yansıma mıdır? Bilinmez. Belki de başka boyutlara açılan kapıdan sızan bir imajdır. Kimbilir!
İngiliz Bilim Cemiyetinin yayın organı olan Transactions ‘da 1847 tarihinde Dr. D. P. Thomson 27 Eylül 1846 günü öğlen saat 3 sıralarında Liverpool Hayvanat Bahçesinde Edinburg kentinin panoramik bir modelinin gözlemlendiğini bildirmektedir. Edinburg Liverpool ‘un yaklaşık 325 km. kuzeyindedir. Dergiye göre “Birkenhead’daki Büyük Parkta oturan iki kişi Liverpool üzerinde bulutlar arasında yükselen Edinburg ‘un görüntüsünü yaklaşık kırk dakika izlemişlerdir”.
Londra Times gazetesine göre 28 Temmuz 1846 tarihinde saat sabah 3:30 sularında Stralsund yakınlarında bir başka mucize görüntü oluşmuştu. Baltık kıyılarından kısa bir yürüyüş mesafesi kadar uzaklıkta bulunan Rugen Adası üzerinde Stalsund kentinin mavi soluk hayali 15 dakika kadar gözlemlenmiştir. Görüntü o kadar netti ki, Gotik St. Mary kilisesinin ön yüzü kolayca seçilmekteydi.
Londra Times gazetesine göre 28 Temmuz 1846 tarihinde saat sabah 3:30 sularında Stralsund yakınlarında bir başka mucize görüntü oluşmuştu. Baltık kıyılarından kısa bir yürüyüş mesafesi kadar uzaklıkta bulunan Rugen Adası üzerinde Stalsund kentinin mavi soluk hayali 15 dakika kadar gözlemlenmiştir. Görüntü o kadar netti ki, Gotik St. Mary kilisesinin ön yüzü kolayca seçilmekteydi.
Amerikalı maden arayıcısı Willoughby, Alaska-Yukon sınırında bululan Fairweather Dağı yakınlarında her yaz bir kentin gökyüzünde belirdiğini yerlilerden duyduğunu bildirmiştir. Willoughby 1887 senesinde bu mucizeye tanıklık yaptığını söylemiş ve olayın doğruluğunu kanıtlamak için bir resim sunmuştur. 1889 yılında New York Times Willoughby’ın fotoğrafındaki kentin İngiltere’deki Bristol olduğunu açıklamıştır. Hikaye ve fotoğraf Madenci Bruce’un Alaska adlı kitabının sonraki basımlarında yayınlanacaktır.
Alexander Badlam’ın Wonders of Alaska – Alaska’nın Harikaları adlı kitabında başka iki şehrin Muir Glacier üzerinde görüldüğünden bahsedilir. Badlam Willoughby’ın Bristol’a ait olduğu kabul edilen ve açık bir şekilde kilise ve evlerin ön cephelerinin görüldüğü resmini yeniden bastırdı. Bunun yanında Afrika veya Asya’ya ait buzullar üzerinde ikinci bir şehir resmi eklenmişti. Badlam, fotoğrafı çeken kişinin cıva tavasına yerleştirdiği bir kamera ile mucizeyi görüntüleyebildiğini ve kentin körfez sularına battığına inanıldığını belirtir. Üçüncü şehir bir fotoğrafa bakılarak çizilmiş bir taslaktı ki, silik olarak görülen kule ve kilise bacalarının sivriliğinden Fata Morgana veya Messina körfezine ait olduğu kanısı uyandırmaktaydı.
Badlam”ın yenilip yutulması zor uçuk öyküleri içinde bulunan gökyüzünde görülen kente dair olanları başka tanıklar tarafından da tekrarlanacaktır.Bunlardan biri St. Elias Dağı Dük d’Abruzzi Keşif Gezisi üyesi olan C.W.Thornton, madenci Bruce ‘a 1887 yazında böyle bir kenti kendinin de gördüğü anlattı. L.B. French 1889 senesinde New York Times gazetesinde çıkan Fairweather Dağı yakınlarında içindeki evler, sokaklar, geniş binalar ve hatta cami ve kiliselerin görüldüğü kente dair haberlerinden alıntılar yapar. Londra ‘nın haftalık Times ve Echo gazeteleri 1897 senesinde “Yukon Goldfields” da gökte bir kent görüldüğü haberini şöyle yazar; “…Kuzey Kutbunun öte tarafında bilinmeyen bir ülkeye ait bir kent olsun veya olmasın yıl içinde zaman zaman açığa çıkan bu mucizeyi gören tek bizler olamazdık”.
Benzer bir fenomen İrlanda’da gerçekleşti. Peri kaleler veya “Duna Feadhreagh” görüldüğü uzun süredir rapor edilmektedir. Antrim, Donegal ve Waterford kıyılarında büyüleyici adalar denizden göğe doğru uzanarak görülürler.
Connaught’un Tarihçesinde 1684 senesi kayıtlarında şunlar yazılmaktadır; “Arran’ın batısında büyük bir kayalıkada vardır. Bazen uzaklarda; içinde atları, kaleleri,kuleleri ve bacaları ile bir kent silueti görülür. Bazen bu bacalardan dumanlar tüter ve kentte sağa sola giden insanlar seçilebilir. Bazen de yelken ve gövdeleriyle birkaç gemiden başka bir şey görülmez.”
1817 yılında Rathlin’de her sekiz yılda bir denizden yükselerek dışarı çıkan yeşil bir adanın görüldüğüne inanılırdı. Dikkatlice bakıldığında ada içerisinde mücadele eden insanlar görülmekteydi.
Youghal’da 1797 yılı ekim ayında hareket eden bir kent görüldü. Haziran 1801 debilinmeyen bir kent evleri ve arkasında ormanı ile belirdi.
Dr. Thomas Introduction to Meteorology-Meteolojiye Giriş adlı eseirnde 1833 Haziranında okyanus açıklarında Portbalintrea’da gittikçe yükselen hayalet bir kent gördüğünü yazmaktadır. Seçkin jeolojist Sir Charles Lyell, Kuzey Amerika’yı ikinci ziyareti sırasında Ontario Gölü üzerinde gökte Toronto kentinin görüntüsünü seyrettiğini yazmaktadır.
Gökyüzünde sadece hayalet kentler değil; ordular, gemiler görüldüğüne dair detaylı bilgiler bulunmaktadır. Bu fenomen hava şartlarının insanı yanıltan görüntüler üretmesinden çok daha detaylı ve bilinmeyen bir gücün etkisiyle açığa çıktığı düşünülmelidir.
İngiliz bilim dergisi Nature ‘de 1882 Mayısında Alaska ve İrlanda efsanelerinde geçenlere bezer mucizelerden bahsedilmektedir;
İsveç’in güneyinde sıklıkla görülen bir olay dikkate değerdir. Bize zaman zaman yüksek binalar, şehirler ve kaleleri ile hareket eden nesnelerin görüntülerinin gökte saatlerce gözlemlendiği anlatıldı. Ve gene öğrendiğimize göre benzer görsel doğa olayları geçen hafta Orsa gölü üzerinde seyredilmişti. Çok sayıda gemi silueti sanki uçarcasına göl üzerinde hareket etmekteymiş. Hatta bacalarından duman tütmekteymiş. Manzara değişmeye başlayınca araçlar gölde üzerinde az sayıda bitki bululan bir ada görüntüsüne dönüşmüş. Daha sonra manzara ince bir sis gibi dağılmış. Bu olay saat 4 den 7 ye kadar sürmüştür. Seyredilmeye değer bir manzara oluşmuştur.
—-oOo—-
Yazının orjinali İngilizce olarak ilk kez Whig-Standard Magazine isimli derginin 14 ncü sayısında ve 19 Ocak 1991 de yayınlanmıştır (syf.22)
Hayalet Gezegen: Vulkan
Posted: 17 Şub 2009 in Bilimin Sırları, Bilimkurgu Edebiyat, Uzayın GizemleriBir dönemin en önemli bilim-kurgu dizisi Star Trek – Uzay Yolunun renkli kahramanlarından birisi uzuk kulakları ile çocukluk hafızamıza kazınmış Mr. Spock’tır. Mr. Spock Vulkan isimli bir gezegenin sakinlerindendir. Ancak bu Vulkan gezegeni nerededir?
26 mart 1859 günü Fransız doktor ve amatör astronom Lescarbault Güneşe Merkürden daha yakın bir gezegen gözlemlediğini açıkladı. Ona Roma Ateş Tanrısı Vulkan’ın ismini verdi. Gezegenini hareketlerini hesap etti ve bilgiler çağının ünlü astronomu Urbain Le Verrier’e gönderdi. Le Verrier zaten Merkür’ün rotası dışına sapmalarını daha önceden fark etmişti. Vulkan’ ın çekim gücünün buna sebebiyet verdiği fikri ona çok çekici geldi. Le Verrier raporları kontrol etti. Güneşin arkasına yakın siyah küçük bir diski gözlemlemiş diğer astronomların raporları ile karşılaştırdı. Bu bir Güneş lekesi olamazdı, çünkü lekeler daha yavaş hareket etmektedir. Le Verrier böylece doktoru ziyaret etmeye karar verdi.
Le Verrier Lescarbault’ un kullandığı teleskopu incelediğinde onun çok kalitesiz, cisimleri olduğundan farklı gösterdiğini gördü. Ancak yine de Onun Güneş sisteminde yeni bir gezegen keşfettiğine inanıyordu. Le Verrier ikinci kalite ekipman ile yaptığı hesaplamalar neticesinde Vulkan Gezegeninin Güneşten 21 milyon kilometre uzaklıkta olduğunu ve güneş etrafındaki yörünge dönüşünü yirmi günde tamamladığını tespit etti. Bir çok astronom gezegeni bulamayınca onunu olmadığına inanıldı. Le Verrier 1860 mart veya nisan aylarında gezegenin güneşin önünden geçerken görülebileceğini söyledi. Ünlü astronom geçişin geceleyin yani güneş görülmez olduğunda gerçekleşeceğini de ilave etti; ancak Dünyanın diğer tarafı gündüz olacaktı ve güneş gözlenebilecekti. 1862 Martında Lummins isimli amatör bir astronom Volkanı gördüğünü açıkladı. Diğerleri ise bunun küçük bir kuyruklu yıldız olduğunu iddia ettiler. Büyük bir komete nazaran küçük bir kuyruklu yıldız zayıf bir gezegen gibi görünebilir. Le Verrier , gezegenin çoğunlukla güneş ışınları içinde kalması sebebiyle görülmediğini söyleyerek tartışmalara bitirdi. Vulkan’ın gözlenmesi için en uygun zamanın güneş tutulması anı olduğunu söyledi. Gökyüzü karardığında güneşe yakın gezegenler daha rahat gözlemlenebilmektedir. En yakın tutulma 22 Mart 1877 yılında olacaktır. Böylece bir çok astronom belirtilen günde gözlerini güneşe odakladıysa da hiçbiri saklanmayı bu kadar seven gezegeni göremedi. Böylece Le Verrier’i savunanlar yeni bir açıklama getirdiler: Vulkan Güneşin ardına saklanmış olmalıydı. Bir yıl sonra Wyoming ve Colorado’dan iki Amerikalı astronom 29 Temmuzda Vulkan’ı bir güneş tutulmasında gözlemlediklerini duyurdular. Kırmızı renkte ve küçük bir gezegen boyutlarında olduğunu açıkladılar. Bu durum Vulkan’ın olduğunu savunanların beklediği haberdi. Fakat karşı çıkanlar, eğer Vulkan gerçekten varsa ve Merkür’ün yörüngesini saptırıyorsa ondan daha büyük olması gerektiğini ve belki de Venüs’ten bile büyük olacağı gerçeğine dikkat çektiler. Bu büyüklükte ve güneşe bu kadar yakın bir gezegen gökyüzündeki en parlak gezegen olmalıydı. Dahası 1891 yılında Vulkan’ı keşfeden Doktor Lescarbault, Leo Takımyıldızında yeni bir yıldız bulduğunu açılamışsa da, daha sonra bunun bir yıldız değil Satürn’ün bizzat kendisi olduğu açığa çıkmamıştı. Konu Einstein’ın meşhur yerçekimi teorisi açıklanana kadar tartışılmaya devam etti. “İzafiye Teorisi” olarak bilinen teori ile güneşe Merkür’den daha yakın bir gezegenin olamayacağı kanıtlanmıştır.
Cassini uzay aracı ilginç fotoğraflar geçiyor. Satürn’ün uydusundaki lekeler neyin nesi…
Uluslararası Cassini uzay aracı Arthur C. Clarke’in romanında geçen Satürn’ün gizemli uydusu Ieapetus’a gerçekleştirdikleri yolculukta uydudan ilginç fotoğraflar aldı.
Fotoğraflarda Satürn’ün bu küçük uydusunda görülen keskin renk farklılıkları net biçimde görülüyor.
Dünyaya gönderilen bilgiye göre, uzay aracının yolculukta kozmik ışınlara maruz kaldığı bildirildi. Uzay aracının hasar almadığığı fakat bazı cihazlarını kapatmak zorunda kaldığı ve bu nedenle sınırlı bilgi verebildiği belirtildi.
Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (Nasa)’nın Gönderdiği Cassini Uzay Aracı, Satürn’ün Uydusu Enceladus’ün Yüzeyinin ‘Sıradışı’ Bir Şekilde Hareket Ettiğini Doğruladı.
Buz kaplı uydudan gelen ilk fotoğraflarda, Enceladus’ün yüzeyindeki büyük buz parçalarının, Dünya’da okyanus tabanlarındaki yeni kabuk oluşumunda olduğu gibi yayıldığı gözlemlendi. Cassini’nin yolladığı fotoğraflar, yüzeyin altında bir deniz olabileceği görüşünü kuvvetlendirdi.
Cassini projesi liderlerinden bilimci Carolyn Porco, Enceladus’ta akıcı sıvı olduğuna dair kanıtları azar azar elde ettiklerini ifade etti. Satürn’ün uydusundaki yüzeysel hareketler, Dünya’da okyanus tabanlarındaki tektonik tabakaların oluşumuna benziyor. Yüzeyi kar beyazı olan uyduda derin yarıklar ve çizgiler dikkat çekiyor.
Cornell Üniversitesi’nden Paul Helfenstein, Cassini’den gelen fotoğraflar üzerinde yaptığı incelemelerde, bazı yarıkları bulmaca çözer gibi koptukları bölgelere yerleştirebildiğini aktardı.
Bilimadamları, Enceladus’te suyun varlığının kesinleşmesi durumunda, uydunun gelecekteki ‘en heyecan verici’ keşif hedefi olabileceğini ifade ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder