kategoriler

25 Haziran 2015 Perşembe

süpriz

arkadaşlar birkaç günlüğüne passaportlar için bulgaristana gidicem fotoraf çekersem aticam sizleri seviyorum bu arada bayramdda ve sonra olamicam yine ordayım :) takipte kalın :)

20 Haziran 2015 Cumartesi

teknoloji :)

BUNU MERYEM VE GÜNEŞE İTAAT EDİYORUM :)

Teknoloji'ye... yüz yıl sonraya açık mektup

Teknoloji'ye... yüz yıl sonraya açık mektup
Sevgili Teknoloji, öylesine inanılmaz bir hızla ilerliyorsun ki!...O nedenle, bu mektubum yüz yıl sonra eline geçecek şekilde kalabilecek mi bilemiyorum. Çünkü yüz yıl sonra bir yaşam olacağından dahi emin değilim...Belki senin akıl almaz ve korkutacak denli hızlı gelişmelerin, insanlıkla birlikte tüm evrenin de sonunu getirecek...Atomdan veya diğer nükleer silahlardan çok daha etkili bir takım silahlarla, insanlık, yaşam ve bütün evren yok olacak ve bu mektuptan da tek bir iz dahi kalmayacak belki, kim bilir?
Ya da belki de!? Yine senin akıl almaz gelişmenle insanlık ölümsüzlüğe kavuşacak ve ben bu mektubu, yüz yıl sonra, saklı olduğu yerden çıkarıp kendim okuyabileceğim sana! Bilinmez ki!...
Sana ne desem, ne yazsam bilemiyorum...Övgüler mi düzsem yoksa yergiler mi sıralasam? Sana kızsam mı, seni sevsem mi? Yaşamımın bütün alanlarını sana sonuna kadar açsam mı, yoksa senden kaçsam mı? Kaçmak derken, yanlış anlama n’olur?! Her gün gencecik fidanların solduğu haberlerini duymadan, insanların birbirlerini nasıl öldürdüklerine tanık olmadan veya modern bir yaşam sürdüklerini zanneden üç-beş kendini bilmez sanatçı(!) kılıklı ucubenin barlarda nasıl dağıttıklarını görmek zorunda kalmadan...Bahçesinde tavukların eşindiği, ahırında inekler beslediğim ıssız, tenha bir köy evinde...Kendi yetiştirdiğim patateslerimi kış aylarında, küçücük evimi ısıtan kuzinemin fırınında pişirip, huzur içinde yerken, senden uzak, sessiz sakin bir yaşama mı koşsam?
İnan bilmiyorum, bilemiyorum!..
Aslında geçmişi düşündüğüm ve anacığımın yaşantısıyla kendi yaşam standartlarını kıyasladığım zaman, yine karar veremiyorum... Dost mu düşman mı olduğunu bir türlü çıkaramıyorum sevgili teknoloji!
Eğer sen olmasaydın, ben bugün tek bir düğme dokunuşuyla çamaşırlarımı yıkayamayacak, elektrik süpürgesiyle tozları bu kadar güçlü çekerek ortadan kaldıramayacak, yiyeceklerimi değil günlerce, aylarca taptaze muhafaza edemeyecektim. Annelerimiz gibi elimde çalı süpürgesi, tozu dumana katarak süpürmeye uğraşacak, çamaşırları saatlerce küllü sularda kaynatmak zorunda kalacaktım... Ekmeğimi pişirmek için erkenden kalkacak, kışlık yiyeceklerimi hazırlamak için haftalarca emek harcayacaktım... Evet! Özlediklerimle görüntülü konuşma yapmak bir yana, aylarca mektup yolu gözleyecek, belki de yıllarca göremeyecektim, kim bilir? Hatta şu an sana hitaben yazdığım bu mektubu, bir iki düğme dokunuşuyla yüzlerce insanla da paylaşamayacaktım, biliyorum...
Annelerimiz ve babalarımız senin nimetlerinden bu denli yararlanmadılar...Bazı işleri halledebilmek uğruna çok daha fazla zaman ve bedensel emek harcamak zorunda kaldılar...Ama!? Ama onlar bu kadar sağlıksız da olmadılar be teknoloji! İçinde kanserojen maddeler vardır korkusuyla, gıda boyalarıyla renklendirilmiş ve makyajları yapılmış bir sürü besin maddesini yeme konusunda bizim kadar tereddüt edip, ne idüğü belirsiz bir sürü zararlı ve zehirli şey yemediler! Onlar en saf şekliyle tereyağlarını kendileri yaptılar, zeytinlerini hilesiz, boyasız sularda salamura ettiler, turşularını sirke ruhu yerine, doğal sirkelerle kurdular.. .Kimyasal gübreler henüz üretiliyor olmadığından her şeyi en doğal haliyle, katkısız üretip tükettiler...Sen henüz bu kadar ilerlemiş olmadığından radyasyonla da tanışmamışlardı ve çay içerken zehirlenme korkusu yaşamaları da yersizdi...
Bizler bu kadar şanslı mıyız peki sence? Onlar tereyağının en doğalını ve lezzetlisini bulabilirlerken, bizler market raflarından, fabrika yapımı bin bir çeşit margarini seçmek durumunda kalıyoruz. Kimyasal gübrelerle beslenmesi yetmezmiş gibi, hormonlarla takviye edilmiş sebze ve meyve ‘’gibi’’ görünen garip garip bitkilerle idare etmek durumunda kalıyoruz...Domatesler domates değil, sadece ‘’Domates gibi’’...Maydanozlar, naneler artık kokmuyor, rokanın dalını kırınca içinden suyu sızmıyor... Eskiden rokalar, mis gibi deniz çipurasına eşlik ederken sofrada, bugün roka ‘’gibi’’ otlar, çipura ‘’gibi’’ görünen ama suni yemle beslenen balıkların yanında yatmak zorunda kalıyor masalarda...Meyveler de bir garip oldular... Kayısılar, şeftaliler, çilekler de artık kokmuyor. Hatta karpuzlar çekirdeklerini bile kaybettiler! Kesiyorsun ama içinden çekirdekler çıkmıyor!
Eskiden üretildiği gibi doğal üretilenlerin artık özel raflarda, özel fiyatları var... Ve onları sadece özel paralar kazanabilen, cebi zengin insanlar tüketebiliyor...Bu devirde sağlıklı ve zehirsiz yaşamak parayla satın alınabilir bir şey oldu artık! Hoş!... Sağlığımız bozulunca, sayende artık daha fazla tedavi şansımız var ama o da ancak parası olanların faydalanabileceği bir nimet!
Sebzeler, meyveler, hayvanlar bir tarafa...Bizlerin de içleriyle ve dışlarıyla oynamaya başladılar sayende. Sağlık için yapılanlara bir diyeceğim yok elbette ama...Zevk için veya estetik kaygılarla imza atılan bir sürü saçmalığın çeşitleri de hızla artıyor. Sen gelişiyorsun, seçenekler çoğalıyor.
Sen gelişiyorsun, insanlık şekil değiştirip, bir garip hale bürünüyor. ’’Hilkat garibesi’’ tanımı bile kalkacak ortadan sayende. Çünkü çirkinle güzel, iyiyle kötü, normalle anormal yer değiştiriyor. Dünyaya gözlerini siyahi olarak açan Michael Jackson, dünyanın en beyaz tenli insanı(!) olarak gözlerini kapamaya hazır hale gelebiliyor!
Bizim çocukluğumuzda oynadığımız oyuncaklar bile çok komik kalabiliyor bugünkü çocukların gözünde. Kaldı ki anne-babalarımızın yaşadıkları dönemle kıyaslayabilelim! Onlar tahtadan yontulmuş topaçlarla, bezden dikilmiş bebeklerle oynadılar. Çamurdan yuvarlayıp misketlerini, demirden bilyeler döktüler. Biz daha şanslıydık, camdan yapılmış rengarenk olanları vardı bizim çocukluğumuzda da. Bezden dikmemiz gerekmiyordu artık bebeklerimizi, tahtadan arabalar yontmamız gerekmiyordu. Biz oldukça şanslıydık anne-babalarımıza göre...Ama ya bizim çocuklarımız? Şimdi seçenekler o kadar çoğaldı ki sayende. Oyuncaklar çoğaldı, çeşitlendi, tahta arabalar pillenip, uzaktan kumanda edilebilir oldu! Bilgisayarlar ve elektronik oyunlar istila etti çocukların o temiz dünyasını.
Şimdiki çocuklar, eski oyuncaklar bir yana, sokak oyunlarını bile unuttular. Beraberce koşturacak sokak bulamadıkları gibi, bulabilenler de zaten sokağa çıkmayı tercih etmiyorlar artık. Onlar artık kapandıkları odalarında, radyasyon yayan ekranların karşısında, tanımadıkları suçluları kovalayıp, ellerindeki silaha dönüşmüş joystickleri ile sağa sola ateş ediyorlar. Oyunları kontrol eden düğmelere, daha çok silahların tetiklerini ateşlemek için basıyorlar. Anne-babalarımız ve biz, her ne kadar senden nasibini almış modern (!) oyuncaklar bulamadıysak da, o dönem boyadığımız aşık kemiklerini çevirip, sokaktan topladığımız taşları havaya atıp tutan ellerimiz, silahın tetiğine basan ellere oranla daha temizdi sanki!??
Silah dedim de sevgili teknoloji!?? Sayende hızlanan ve acımasızlaşan savaşlar geldi aklıma. Bir kerede daha çok canların söndürüldüğü...Binaların değil, köylerin, kentlerin yerle bir edildiği...Uzaktan kumandayla fırlatılan bombaların, anasının kucağındaki bebeyi -sanki süt kokusundan takip etmiş gibi- şıp diye bulduğu. Ve ne acıdır ki, bu akıllı bombaların, o bebeleri anneleriyle beraber yakıp yok ettiği savaşlar geldi aklıma.
Bizim dünyamızın en zengin abisi Amerika...Ve en çok da o takip ediyor sendeki gelişmeleri...
Zengin Amerika, senin hızına yetişebilmek, seni daha da geliştirebilmek için milyar dolarları harcarken, ağabeylik yapıp da senin nimetlerinden herkesi faydalandırıyor sanıyorsan da yanılıyorsun! Bunlardan faydalanmak parayla! Hem de çok parayla!...
Bu nimetlerden, sadece zengin insanlar istifade edebiliyorlar! Ve maalesef herkes yeterince zengin değil sevgili teknoloji! Sen geliştikçe çünkü, insanların işlerini elinden alır oldu makineler! Eskiden bir makineyi bir sürü insan idare edebilirken, artık bir makine yüzlerce insanın belki de bir günde tamamlayabilecekleri işleri, bir kaç saatte halleder oldu! Makineler çalıştırılırken insanlar işsiz kaldı...Aç kaldı! Parası olan zenginler, insanları boşlayıp, paralarını sana ve becerileri senin hızınla yarışan makinelere yatırır oldular. Ve senin sayende sevgili teknoloji, zenginle fakirin arasında korkunç uçurumlar açıldı! Zengin olanlar daha çok zenginleşirken fakirliğin etkileri çok daha şiddetli ezer oldu zaten zor durumda olan insanları!
Ve senin henüz bu kadar gelişmediğin dönemlerin zenginleriyle bu dönemin zenginlerinin yapabilecekleri şeyler de çok değişti! Bu günün zenginleri artık bir garip oldu ve hatta ne yapacaklarını bile şaşırır oldular biliyor musun?
Mesela uzay mekikleri bile yapıldı sayende! Çok zengin bir iş adamı uzay mekiği ile seyahate çıkıp, dünya manzarasına, misafir(!) edildiği mekiğin penceresinden bakabiliyor artık!...Milyonlarca aç insanı doyurabilecek parayla yapabildiği bu yolculuğun sonucunda, onun karşıdan, zevk içinde çook uzaklardan izleyebildiği bu dünyada, yine milyonlarla insan açlıkla boğuşmaya da devam ediyor...Bu zavallılar ekmek bulamadıklarından aç yaşayıp aç ölüyorlar!
Haa!??
Bir de, Amerika gibi çok zengin ülkeler, nedense en çok, ellerindeki silahları geliştirmek için sıkı takibindeler senin! En çok da nükleer olanları!... Yani en kısa sürede, en çok öldürebilecek ve takip eden on yıllarda da yok edici izlerini bırakabilecek denli tehlikeli olanları geliştirmeye çalışıyorlar senle birlikte! Sen gelişiyorsun, onlar da silahlarını geliştiriyorlar! Ve fakir ülkeler -mutfak masrafından kuaför parası arttıran ev hanımları misali- kendi insanlarının mutfaklarından ve boğazlarından kıstıkları paralarıyla, bu silahları alıp, zaten zengin olan Amerika’yı daha da zengin ediyorlar!
İşte bu yüzden, sırf bu anlaşılmazlıklardan ötürü ben seni seviyor muyum, yoksa nefret mi ediyorum, bilmiyorum teknoloji! Dost musun düşman mısın anlayamıyorum!
Çünkü sen geliştikçe, ölüyor insan olmaya dair pek çok detay! Ve ilerde insanlık tamamen ölecek ve yok olacak bu gidişle, kim bilir?!! Ne acıdır ki, sen geliştikçe, bugün bile insanlık can çekişiyor! Mekanikleşiyoruz sayende üretilen robotlar gibi! Duyarlılıklarımız, maneviyatımız, birbirimize bağlılıklarımız azalıyor! Sevgi zayıflıyor, düşmanlık semiriyor! Fakirler açlıktan ölürken, duyarsız zenginler de bir o kadar gürbüzleşiyor! Sen geliştikçe, standart yükseliyor ama bu standardı satın almanın faturası çok pahalıya mal oluyor insanoğluna! Para, para, para!
Napolyon’un kulakları çınlasın! İşte bu para yüzünden artık, komşu komşuyu, kardeş kardeşi, insan insanı önemsemiyor!
İşte bu yüzden ben, evimde daha az yorulsam da, sevdiklerimin seslerini daha sık duyabilip, kameramdan onlara canımın istediği anda gülümseyebilsem de, süpürürken ortalığı tozutmasam da…Aklımı tozutacağım galiba bu gidişle sevgili teknoloji!
Tamam, sayende daha konforlu yaşıyor ve sağlığımız bozulduğunda daha fazla tedavi imkanı bulabiliyoruz belki ama!??
Sen bu denli gelişmemiş olsaydın, bu kadar saçma sapan hastalıklarla da boğuşmak zorunda kalmayacaktık belki de kim bilir? İnsanlar bu kadar para ve rahat derdine düşmeyecek, şehirler bu kadar büyümeyecek, ruhlarımız bu kocaman metropollerin büyümesine inat küçülmeyecekti. Bu kadar çok araç olmayacak, trafik artmayacak, zehirli gazlarla betimiz benzimiz sararırken, öte yandan sapasağlam bünyeler kollarını, bacaklarını, yaşamlarını budamayacaklardı korkunç trafik kazalarında...Ve en önemlisi...Kimyasallar savaşmak için geliştirilemeyecek, bembeyaz bulutlar asit ve radyasyon olup yağmayacaktı topraklarımıza! Elsiz, kolsuz, ciğersiz bebeler doğmayacağı gibi...Belki de sevgili teknoloji?
Ve belki de !?? Ben bu yazımı yazarken, rahmetli Kazım Koyuncu’nun sesini kayıtlarından dinlemek yerine, konserine bir bilet alabilecektim yarınlarda!
Kim bilir?...
Dip Not:: Üniversite son sınıftayken yoruma dayalı derslerimizden birinin final sorusu şu idi: Yüz yıl sonrasına bir mektup yazın..
Ben de o final sınavında teknolojiye bir mektup yazmış ve hemen hemen aynı giriş cümleleri ile başlamıştım (ve tabii 100 tam puan almıştım)! Ama bugünkü duygularımla ve hayat sınavının içindeki yaşanmışlıklarımla, teknolojiye tekrar bir mektup karalamak geldi içimden..
Öylesine… Not beklentisi olmadan...

orman

Güzel Türkiye'm de her yıl 270 bin dönüm orman yok oluyor (yangınla beraber ormanda yaşayan sayısız canlıda telef oluyor). Ormanın yok olması demek bir neslin yok olması demek benim gözümde. Susuz bir günden fazla yaşanmadığı gerçeği var fakat oksijensiz de bir saniye yaşanmıyor bunu biliyoruz. Ve hala inatla cam şişeleri yerlere atan (orman yangınlarının en önemli sebeplerinden biri) içtiği sigaranın izmaritini yere atan ve bundan utanmayan bir insan topluluğunun olduğu ve o bilinçsizlikle yetişen yeni nesli görmek canımı sıkıyor. Suç ailede mi,öğretmenlerde mi yoksa inatla uygulamayan yeni nesilde mi anlamış değilim. Bilmiyorum bilmekte istemiyorum dünya artık gerçekten yaşanacak halde değil..

"Tüm bunların yanında bir de varolan güzel ormanlarımızı, "parklarımızı" yıkıp yerine avm ve kışla yapmak isteyen bir kesim var onlardan bahsetmek bile istemiyorum!"

Çevreyi eviniz gibi bildiğiniz,yerlere bir kağıt parçası bile atmadığınız günlere inşallah güzel insanlar.. Sevgiler.

Doğaya Dönüşüm (çevreci fenerbahçeli )

bu yazıyı çok beğendim çevreci fenerbahçeliden izin alarak paylaşmak istedim :)


Doğaya Dönüşüm

Merhaba,sizin oturduğunuz sitede yada apartmanda geri dönüşüm için mavi renkli büyük çöp torbalarından dağıtılıyor mu? Öncelikle cevabınız hayırsa bağlı olduğunuz ilçenin belediyesine gidip hemen bir dilekçe ile başvurun. Bu konu çok önemli geri dönüşüm artan insan nüfusu ile tarumar olan doğamıza bir parça olsun katkı sağlıyor.Nasıl mı?
 Kağıt için olan geri dönüşüm ağaçların kesilmesini daha doğrusu ağaç kesiminin azalmasını çünkü hammadde olarak zaten elde kağıt olduğu için yeniden ağaç kesmeye gerek kalmıyor.Cam,plastik, alüminyum geri dönüşümü ile çevre kirliliğinin önlenmesine büyük bir katkı sağlıyor. Cam şişe 4000 yıl, plastik 1000 yıl,alüminyum 100 yılda doğada yok oluyor. Ne kadar kurtarsak kâr değil mi?

 Elbette ki geri dönüşüm bir tek bunlara katkı sağlamıyor. Doğal kaynaklarımızın korunması, enerji tasarrufunun sağlanması, atık madde miktarının azalması ve ekonomiye katkı sağlaması geri dönüşümün önemini bir kat daha artıyor. Hurda kağıdı tekrar kağıt imalatında kullandığımızda hava kirliliğini %74-94, su kirliliğini %35, su kullanımını %45 azaltıyoruz. Sizce de güzel değil mi?

Tabi ki bu kadar geri dönüşüm için bangır bangır televizyonlar da bağıranlar, eylem yapanlar ve benim gibi bloglarında bilgilendirme yazıları yazanlar olduğu gibi sırf ağaç kesilmemesi için yapmaya çalıştığımız geri dönüşüme karşıymışçasına varolan ormanları, parkları ve bahçeleri kışla, avm yapanlar var. Bu olayları gördükçe gerçekten boş yere kürek çektiğim ihtimalini aklıma getiriyorum birazda kızıyorum elbette.

Son olarak yine kinaye dolu yazılarımın sonuna eklediğim kısa bir iyi dileklerimi belirtmek istiyorum. Alışkanlık oldu artık.

Doğanın bize verilen en büyük hediye olduğunu unutmadığınız avm'ler ve kışlalardan çok ağaçları ve yeşil alanları sevdiğiniz sevmekle kalmayıp yere çöp atmadığınız-atanları uyardığınız- hayvanları sevdiğiniz-sevmiyorsanız işkence yapmadığınız- ve de geri dönüşüme katkı sağlamak için elinizden geleni yaptığınız bir ömrünüz olsun. Sevgiler! 

Çevreci☮
NOT:Lütfen bu tarz geri dönüşüm kutularının içine alakasız şeyler atmayın hiçbir şey yapmıyorsanız bile bunu yapın lütfen. :) arkadaşlar bunuda birisinden gördüm beğendim ve attım :) o yüzden okumanızı istedim

Engelli Yolu Olmayan Yol Yol Değildir

Engelli Yolu Olmayan Yol Yol Değildir

Merhaba yine bence çok önemli olan bir konu ile ilgili bir şeyler paylaşmak istedim. Engelliler ve bu ülkede engelli olmanın zorluğu.
 Sizin ailenizde var mı görme,duyma yada yürüme engeli olan birileri? Benim ailemde yok, ama bu engelli insanların varolduğu gerçeğini değiştirmez! Her insana saygı duyulan bir toplum olmak çok mu zor? Bu ülkedeyseniz zor biraz neden mi? 
Öncelikle insanların birbirine olan saygısı gerçekten yok denecek kadar az. Kayseri ve Samsunda engelli yollarını bizzat inceledim nasıllar bakımları yapılmış mı, engelliler için güvenilir mi yada her hangi bir aksaklık var mı gibisinden. Bakımlı olanda vardı bakımsız olanda ama en acısı neydi biliyor musunuz? Engelli yollarını bir nevi insan sıfatıyla geçinenlerin işgal etmesi. Nasıl mı? Kayseri'de engelli rampalarının önüne inatla park edilen araçlar gördüm, Samsun'da engelli yollarının tam ortasına dondurma dolaplarını yada ne alırsan bilmem kaç liralık ürünlerin olduğu sepetler gördüm. 
Şimdi bir düşünürsek ben yada siz görme engelli bir vatandaşsınız elinizde beyaz bastonunuz ile gidiyorsunuz o dolabın yada sepetin önüne gelince bir duraksıyorsunuz ne yapacağınızı bilemiyorsunuz bir şekilde geçiyorsunuz diyelim. Peki ya bastonsuz olanlar? O yola güvenmek zorundalar ve yürüyorlar elbette ki ya bir soğuk dolaba çarpıyorlar yada sepete takılıp düşüyorlar. O kadar acınası durumda olan insanlar var ki yani görünce dersiniz ki bir insanın bir insana hele ki yardıma muhtaç  bir insanın yolda yürümesine bile köstek olacak kadar ne yaşadı acaba? Yalan yok bende her engelli rampasına park eden araba görünce o arabayı boydan boya çizip ön camına bir not bırakmak istedim.
 Elbette ki onlarda olmayan merhamet sizde olunca sadece çekip gitmek düşüyor size, umarım bir engelliye engel olmadan gider oradan o araç diye dualarla gidiyorsunuz o yoldan. Ben bu manzaraları görmekten yoruldum, sıkıldım ve cidden o insanları o derece çaresiz gördükçe kahroluyorum. Bir engellenin bir engelsize nasıl yolunu verdiğini, onun geçmesi için yapılan yola konan arabayı görüp diğer yola kadar engelli arabasını sürdüğünü gördüm. Dedim sendeki insanlık buradakilere uğrasa keşke.
Son olarak; engellilere yardımcı olacağınız olmuyorsanız da yollarına ve çıkış rampalardan elinizi ayağınızı çekip onlara geçiş hakkı vereceğiniz eh birazda insan olmak için çaba sarf edeceğiniz bir ömrünüz olsun. Sevgiler! 



bilgi :O şaşırtıcı

  1. Kutup ayıları saatte 40 kilometre hızla koşabilir ve 1,8 metre yükseğe sıçrayabilirler.
  2. İnsan vücudunda bulunan damarların uzunluğu yaklaşık 100 bin kilometredir.
  3. Okyanuslarda bulunan tuz miktarı, tüm kıtaları 150 metre derinlikte kaplayacak kadar fazladır.
  4. Bir salyangoz 3-4 yıl boyunca uyuyabilir; bu süre içinde besine ihtiyaç duymaz.
  5. 2.000 kilometre uzunluğundaki Büyük Mercan Resifi, dünya üzerinde yaşayan en büyük canlıdır.
  6. Venüs’ü diğer gezegenlerden ayıran en büyük farkı saat yönünde dönüyor olmasıdır.
  7. Develerin 3 tane kaşı vardır.
  8. Yarasalar bir mağaradan dışarı çıkarken hep sola döner.
  9. Kutup ayıları solaktır.
  10.  Baykuş mavi rengini görebilen tek kuştur.
  11.  Kediler ultrason seslerini duyarlar.
  12.  Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için insanın yaklaşık 30 metre zıplaması gereklidir.
  13.  Atlar bir ay kadar ayakta kalabilirler.
  14.  Kedilerin her bir kulağında 32 adale vardır.
  15.  Karıncalar uyumaz.
  16.  Yılanlar duyamaz.
  17.  Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar.
  18.  Bir ıstakoz, ancak yedi senede, yarım kilo alabilir.
  19.  Salyangozların 25 bin civarında dişi vardır.
  20.  Mavi yunusların kalbi dakikada sadece dokuz kere çarpar.
  21.  Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar.
  22.  Kediler şeker tadını ayırt edemezler.
  23.  Eiffel Kulesi'nin tepesine çıkana kadar 1792 basamak vardır.
  24.  İnciler sirekde erir.
  25.  Sadece dişi kanaryalar öter.
  26.  Salatalığın % 96'sı sudur.
  27.  Kutup ayıları solaktır.
  28.  Tüm kıtaların ilk ve son harflari aynıdır.
  29.  Penguen yüzebilen ama uçamayan tek kuştur.
  30.  İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.
  31.  Gözümüzü açık tutarak, kesinlike hapşıramayız.
  32.  Değerli taşların çoğu farklı elementlerden oluşur, sadece pırlanta karbondan oluşur.
  33.  İnsan saçı 3 kilo ağırlık kaldırabilir.
  34.  Çıplak gözle görülebilen en uzak gezegen Satürn'dür.
  35.  2 yaşındaki bir atın sadece 6 adet kesici dişi olur.
  36.  Atların vücudunda, insanların vücuduna göre 18 tane daha kemik vardır.
  37.  Kediler hem kör hem de sağır doğarlar, ancak annelerinin yaydığı titreşim sayesinde memeye yönlenirler.
  38.  Sıcak su, soğuk sudan daha ağırdır.
  39.  Venüs'ün atmosferi ağırlıklı olarak karbondioksit bulunuyor, bu yüzden sera etkisi oluşup tüm sıcaklığı depolar.
  40.  Kadınların erkeklere göre 1 saat daha fazla uykuya ihtiyaçları vardır.
  41.  Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki 1 damla kanı ayırt edebilir.
  42.  Bir dişi kaplan 3 yılda bir yavrulayabilir.
  43.  Kunduzlar asla balık yemezler.
  44.  1 gram toprakta 10 milyar bakteri bulunur.
  45.  Napoliyon kedilerden korkardı.
  46.  Kuzey Norveç'te yaz mevsimi boyunca 14 hafta hem gündüzler hem de geceler güneşli geçer.
  47.  Zürafalar yüzemez.
  48.  İnsanın kalça kemiği betondan daha sağlamdır.
  49.  Her bir şeker zerresinin 16 köşesi vardır.
  50.  Martılar tuzlu su içebilir çünkü vücutlarında tuzu filtre eden bir bezeleri vardır.
  51.  Kuyruğu uzun, kalın ve kıskaçları küçük olan akrepler daha zehirlidir. Bilinen 1500 farklı akrep türünden sadece 25 tanesi insanlar için tehlikelidir.
  52.  Doğumgününü en az 9 milyon kişi ile paylaşıyorsun.
  53.  Tuzlu su balıklarının, tatlı su balıklarına göre daha kalın kemikleri vardır.
  54.  İnsan beyninin ağırlığı 1.3 kilogramdır.
  55.  Yeni doğmuş bir timsah içinden çıktığı yumurtadan 3 kat daha büyüktür.
  56.  Bir kağıt parçası 7 kereden daha fazla katlanmaz.
  57.  Bütün memeli canlıların 5'te 3'ü kemirgendir.
  58.  Bilenen en eski kuş fosili Almanya'da bir maden ocağında bulunan 150 milyon yıllık Archaeoptenyx  fosilidir.
  59.  İnsanların el tırnakları arasında en yavaş uzayanı baş parmağın, en hızlı uzayını ise orta parmağın tırnağıdır.
  60.  Karate kelimesinin anlamı "boş el"dir.
  61.  Bal bozulmayan tek gıdadır.
  62.  Bir insan farkında olmadan her gün ortama 930.000 toz zerreciği yutar.
  63.  Apollo 11 Dünya'ya indiğinde sadece 20 saniye daha yetecek yakıtı kalmıştı.
  64.  Arabayla Güneş' e yolculuk edebiliyor olsak, bu yolculuk molalar hariç, yaklaşık 150 yıl alır. :)
  65.  Hörgücüne rağmen develerin omuriliği düzdür.
  66.  İleri doğru bir adım atabilmek için, insan vücudundaki 54 farklı kasın harekete geçmesi gerekmektedir.
  67.  Dolunay, yarım aydan dokuz kat daha parlaktır.
  68.  Kan, sudan 6 kez daha koyudur.
  69.  Arkeologlar tarafından İşviçre'de bulunan en eski ayak izi 5200 yaşındadır.
  70.  Eski Mısırlıların kullandıkları yastıklar taştandı.
  71. Bir adım atmak için 200 kasınızı kullanırsınız.
  72. İnciler, sirkenin içerisinde bekletilirse, erir.
  73.  İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak baş parmağınki, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir.
  74. Dünyadaki hayvanların yüzde sekseni altı ayaklıdır.
  75. Gün ışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır.
  76. Sadece dişi kanaryalar öter. 
  77. Meşe ağacı 50 yaşına gelmeden palamut vermez. 
  78. Filler zıplayamayan tek memelidir. 
  79. Sığırların 4 midesi vardır.
  80. Tom Sawyer daktiloda yazılan ilk romandır. 
NOT: BU YAZILARIMDAN ARAŞTIRARAK E BİLDİKLERİMİ YAZIYORUM MESELA KİTAPLARDAN BULDUM BAZILARINI :)
  • Köpeklerin varlığı 15.000 yıla kadar gidildiğine inanılıyor.
  • Dünyada 800 köpek ırkı bulunduğu tahmin edilir.
  • Dünya üzerinde toplamda 400 milyon köpek olduğu söyleniyor.
  • Köpekler insanlık tarihi boyunca en popüler çalışma ve refakatçi hayvanlardan biri olmuştur.




  • Köpekler, hasta olduk­larında ya da bağırsak kurtları var ise ot yerler.






  • Islak ya da kuru burun, köpeğin sağlık durumunun belirtisidir.






  • Köpeğe sarımsak ya da bira mayası ver­mek, pireleri uzak tutar.






  •  Köpekler, bir takım besin maddelerini yeterince alamadıklarında kendilerinin ya da bir başka hayvanın dışkısını yerler.
  •   Köpekler, yaralarını yalayarak iyileşti­rirler.
  •   Köpeğinizin tüylerinin sağlıklı ve parlak olmasını istiyorsanız, ona çiğ yumurta verin.
  • Köpekler 250 'ye yakın jest ve kelime öğrenme hafızana sahiptirler. Ortalama iki yaşındaki çocuk aklına sahiptirler.

  • Rusya'da bazı sokak köpekleri metro kullanarak kalabalık yerlere seyahat ederler.

  • Afganistan'da iki sokak köpeği 50 Amerikan askerini kurtarmıştır.

  • 1860 yılında San Francisco 'da iki sokak köpeği iyi arkadaş olarak ünlü oldular ve şehrin köpek toplayıcıları tarafından dokunulmazlık verildi.

  • Yeni Zelanda' da köpek şeklinde bina yapılmıştır.

  • Köpek cinsi olarak bilinen sırtlanlar aslında kedi cinsindendir.

  • Çivili köpek tasmaları Antik Yunanistan'da icat edildi ve kurt saldırılarına karşı köpekler boğazlarını korumak için tasarlanmıştır.

  • Köpekler kuyrukları aracılığıyla duyguları belirlenebilir.

  • Köpeklerin ter bezleri ayak tabanındadır. 

  • Bir köpeğin yüzünün şekli yaşamak ne kadar süreceğini göstermektedir. Keskin ve yüzleri sivri Kurtlar genellikle uzun yaşar. Bu tür Bulldogs gibi çok düz yüzlü köpekler genellikle kısa yaşar.

  • İran'da, bir evcil hayvan olarak köpek sahibi olmak yasalara aykırıdır.
  • Mayalar ve Aztekler de köpek ile sembolize edilen burçta doğanlarda olağanüstü liderlik becerilerine sahip olduğuna inanılırdı.
  • Platon ''Bir köpekte filozof ruhu vardır'' demiştir.
  • Dalmaçyalı köpekleri doğuştan beyaz renkli doğarlar zamanla beneklenirler.

  • Antik Çin'de Köpek eğitmenleri yüksek idari kişilere yapılırdı.

  • Köpeklerin ilk Avrupa görüntüleri İspanya'da 12.000 yıl öncesine tarihlenen mağara resimlerinde bulunur.